Aralık sonunda Çin’de başlayan salgın, 11 Mart’tan itibaren Türkiye’de de görülmeye başladı. Bir yandan sağlık ve sosyal hayat açısından salgının en kötü günlerinden geçiyoruz. Bir yandan ise her gün alınan yeni tedbirler var. Tedbirler hem hastalığın yayılmasını engellemeye hem de ekonomiye etkilerini sınırlandırmaya yönelik.
Sağlık Bakanlığı’nın virüs ile savaşta kullandığı güzel bir slogan var: “Sorun Küresel, Mücadele Ulusal”. 190 civarında ülkede görülen ve milyonlarca insanı etkileyen virüs için Sağlık Bakanlığı, sorunun içe yönelik etkilerini kontrol altında tutmak için mücadele ediyor.
Ancak iş ekonomiye gelince “sorun küresel, mücadele ulusal” sloganı geçerliliğini kaybediyor. Çünkü, ekonomide, sorun da mücadele de küresel. Elbette, her ülke kendi iş dünyasını, çalışanlarını korumak için yerel bazda tedbirler alıyor ancak; salgının ekonomik etkilerini hafifletmek için küresel adımlar da en az ulusal adımlar kadar önemli. İşte bu nedenle, Çin’in, ABD’nin, Avrupa Birliği’nin gerek merkez bankaları, gerek hükümetleri tarafından alınan önlemler tüm dünyada pozitif ya da negatif yankı buluyor.
Sorun o kadar hızlı ve o kadar sert bir şekilde büyüdü ki; bankalar, diğer finansal kurumlar ve araştırma merkezleri tahminlerini sürekli revize eder halde geldiler. Küresel büyüme beklentileri, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin büyüme tahminleri peş peşe aşağı çekiliyor.
Aşağı yönlü bu revizyonların ortak paydaları şunlar:
• Hem talepte hem arzda hızlı bir gerileme var.
• Turizm, eğlence, taşımacılık sektörleri başta olmak üzere insanlar ve şirketler harcamalarını durdurdu.
• Harcamalar azaldığı için ve belirsizlik yükseldiği için, tüketim ve yatırıma yönelik krediler azalıyor
• Talep gerilediği ve belirsizliği yükseldiği için sanayi üretiminde sert düşüş var
• Ülkelerin hem ihracatı hem ithalatı hızla azalıyor.
İstesek de istemesek de, Türkiye de bu gelişmelerden etkileniyor ve bir süre daha etkilenmeye devam edecek.
Bazı veriler gecikmeli açıklandığı için, bazı veriler ise bu haftaki tüketici güven endeksinde gördüğümüz gibi hesaplama dönemi nedeniyle resmi tam olarak göstermiyor olsa da; seyahat, turizm, perakende, mobilya, tekstil, hazır-giyim gibi sektörlerin satışları durma noktasına geldi. Bu sadece bizde değil, pek çok ülkede böyle. Yani hem iç talepte hem dış talepte sert bir azalma var. Bunun ihracat ve ithalat üzerindeki sonuçlarını kısmen Mart ayında göreceğiz ama özellikle Nisan ayında daralmanın ölçeği daha net ortaya çıkacak.
Geçtiğimiz günlerde alınan tedbirler kapsamında ihracatçılar için stok finansmanı kolaylığı, Eximbank kredi geri ödeme vadelerinin uzatılması, taahhüt kapamalarının 3 yıla çıkarılması, reeskont kredilerinde vadenin 2 yıla çıkarılması gibi adımlar atıldı. Ayrıca farklı sektörlerden 17 mükellef grubu mücbir sebep halinden yararlanacaklar arasına alındı. Bunlar hem doğru hem faydalı adımlar ama bir de (böyle bir ortamda maliyeti düşünülecek son şey olsa da) devlete getirdikleri yük var.
Diğer yandan yükü çok daha hafif olacak ve dış ticaret işlemlerinin aksamasını engelleyecek bir önlem daha düşünülebilir. 400 milyar dolara yakın dış ticaret hacmine sahip Türkiye için ihracat 2020’de (turizm gelirleri ciddi oranda düşeceği için) daha da önemli hale geldi. Bu nedenle dış ticaret işlemlerine aracılık eden gümrük müşavirliği firmalarının da, gerek KGF gerek mücbir sebep halinden yararlanacak sektörler içine alınması faydalı olur.
Dış ticaret işlemlerinin çok büyük bir kısmının müşavirler aracılığı ile yapılıyor olması, sistemde yaşanacak bir sorunun hızla diğer firmalara da sıçrama potansiyelini gösteriyor. Dış ticaret ekosisteminin ihracatçı, depolama, antrepo ve lojistik ayaklarını korumaya yönelik tedbirler alınıyorken, kan akışını sağlayan gümrük müşavirliği ayağı da bu imkandan yararlandırılmalı.