Düşük emekli maaşı kader mi?

Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU

Emeklilere reva görülen çok düşük maaşlar 31 Mart yerel seçim sonuçlarını ne ölçüde etkilemiştir? Sorunun yanıtı bende yok; muhtemelen konunun uzmanları harıl harıl cevap arıyorlardır soruya. Ama şurası kesin: Çoğu emekliye on bin lira ya da bilemediniz on beş bin lira vererek Türkiye’nin bir üst lige terfi etmesi mümkün değil. Tıpkı açlık sınırında bir asgari ücret vererek, çalışanların büyük çoğunluğuna asgari ücreti layık görerek ve açlık sınırındaki asgari ücretten “rekabet edemiyoruz” diye şikâyet eden bir üretim yapısı ile bırakın bir yere gitmenin, yerinde saymanın bile söz konusu olamayacağı gibi.

Dahası, “programa sadığız; emekli maaşında ya da asgari ücrette yıl içinde bir artış yapmayacağız” demekle de bir yere gitmesi mümkün değil Türkiye’nin. Ekonomi programı diye, ağırlıklı olarak kastedilen faiz ve vergi artışları ile emekli maaşları ve asgari ücretin artış oranlarının sınırlanması ise, çekin o programın ipini. Marifet öyle bir program tasarlamakta değil; o kolay olanı. Marifet, enflasyonla mücadele etmeyip, sal krediyi, düşür faizi, artır ücretleri, yani nereden inceldiyse oradan kopsun da değil. Önemli olan emekli maaşı ve asgari ücreti insanca bir yere yükseltirken, bütçe disiplinini bozmayacak ve enflasyonda belirgin bir artışa yol açmayacak bir program tasarlamakta. Yüksek gelirliden ve servetten daha fazla vergi alabilmekte mesela.

Bu alfabenin ‘A’sı’, olmazsa olmazı. Türkiye, bir üst lige doğru yelken açmak istiyorsa çok daha fazlasını yapmak durumunda. Geldiği kişi başına gelir düzeyi fena değil. İhracat yapabildiği ülke ve mal sayısı oldukça fazla. Evet, fıkradaki gibi, cehennemdeki kazandan çıkmak isteyenleri kazanın dibine çeken -sürekli kur artışı ve düşük ücret isteyen- şirketleri var ama yüksek verimlilik ve teknoloji düzeyi ile çalışan şirketleri de var. Bu ülkenin istikrar programından anladığı artık  “programa sadığız; emekli maaşında ya da asgari ücrette yıl içinde bir artış yapmayacağız”ın ötesine geçmeli. Ama enflasyonla mücadeleyi hala ‘açı reçete’ uygulamak sanan kadrolarla, o tür tavsiyelerde bulunan iktisatçılarla ya da “aman sakının acı reçeteden” diyenlerle de mümkün değil. Zira marifet reçeteyi ‘tatlı’ kılmakta, yoksa acılaştırmak ya da acıya karşı çıkmak kolay; herkes yapar o işleri.

İşte bu nedenle enflasyonla mücadelenin zaten doğal bir refleks olması gerekiyor. O refleks gösterilirken asıl olarak yapısal değişikliklere odaklanmak lazım. Bu değişikliklerin bir kısmı çok kolay bir kısmı zor. Zor, çünkü kazanan ve kaybeden yaratıyorsunuz yapıyı değiştirirken. Önceliği görece daha kolay değişikliklere vermekte yarar olabilir bu nedenle. Önceki yazımın son paragrafını tekrarlayayım: “…programın ilk sırasında adil ve hızlı çalışan bir hukuk sistemi, ikinci sırasında Merkez Bankası, BDDK ve TÜİK gibi kurumları tam anlamıyla bağımsız kılacak düzenlemeler, üçüncü sırasında yeni bir ihale yasası, dördüncü sırasında yakın geçmişe yönelik döviz rezervi gelişmeleri ile büyüme ve enflasyon değerleri açısından tatmin edici açıklamalar ve şeffaflık, beşinci sırasında liyakate dayalı atamalar var.”

Tüm yazılarını göster