Beklenen enflasyon bir türlü Merkez Bankası’nın 2024 sonu için tahmin ettiği enflasyon düzeyine yaklaşmıyor. Yılın ilk üç ayında beklenen enflasyon sınırlı ölçüde olsa da hep yükseldi. Nisan’da ise değişme göstermedi ve yüzde 44,2 gibi yüksek bir düzeyde kaldı. Oysa Merkez Bankası’nın yıl sonu tahmini yüzde 36. Elbette bir belirsizlik aralığı var ama beklenen enflasyon o aralığın üst sınırı olan yüzde 42’nin de üzerinde seyrediyor.
Bekleyişlerin henüz istenildiği ölçüde gerilememesinin ana nedeni uygulanmakta olan ekonomi programına güven duyulmaması. Birkaç göstergeye bakmak yeterli. Birincisi, Türkiye’nin risk primi hala oldukça yüksek düzeyde: 312 baz puan. Bizim gibi G-20 içinde yer alan Brezilya’nın CDS’i 163, Meksika’nın 102, Endonezya’nınki ise 80 baz puan. Güney Afrika’nınki bile bizden düşük: 254. İkincisi, yılın ilk üç ayında cari işlemler açığından doğan finansman ihtiyacını karşılamakta zorlandık. İlk iki ayda bırakın cari açığı finanse etmeyi, net sermaye çıkışı yaşandı. Mart’ta ise 3,3 milyar dolarlık finansman ihtiyacına karşılık 2 milyar dolar kadar bir finansman girişi gerçekleşti. Üçüncüsü, dolarlaşma eğilimi henüz istenildiği ölçüde azalmadı. Temelde, son yıllardaki garip para politikası nedeniyle döviz cinsinden ya da dövize endeksli mevduatın toplam mevduat içindeki payı çok yükselmişti. Bir miktar düşmekle birlikte hala yüksek düzeylerde seyrediyor.
Ekonomi programına güvensizliğin iki ana nedeni var. Birincisi, program oldukça eksik bir program. Politika faizinde ve bazı vergi oranlarında artışlar var. Ekonomi kadrosunda değişiklikler yapıldı ve de bazı karmaşık düzenlemeler yürürlükten kaldırıldı. Vergi oranlarında 2023 içinde yapılan artışlar bütçe açığının çok yüksek bir düzeye çıkmasını engelledi; yine de açığın GSYH’ye oranı yüzde 5,3 oldu. Deprem harcamaları da dikkate alındığında ek önlemler alınmazsa bu düzeyin 2024’te yükselmesi ihtimali var. Politika faizi artışları ise önden yüklemeli yapılmadı; gereksiz yere döviz kuru çok yükseldi. Gelinen noktada politika faizi yeterli gibi görünse de kredi faizleri ile mevduat faizleri arasındaki fark oldukça yüksek, mevduat faizi dolarlaşma eğilimini yeterince düşürecek düzeyde değil ve dahası Mart’ta kredi arzına getirilen sınırlamaların yarattığı -Perşembe günkü yazımda açmaya çalışacağım- ek sorunlar var. İkincisi, yakın geçmişte yaşananlar özellikle yabancı finans çevrelerinin hafızalarına kazınmış durumda. Merkez Bankası Başkanı’nın bir çırpıda görevden alınıp yerine sürekli politika faizini düşüren ve enflasyondaki sıçramaya yol açan bir başkasının getirildiği unutulmuyor.
Son zamanlarda yapılan açıklamalar güven eksikliğini azaltmaya yardımcı olmuyor. Mesela, ‘OVP’de var’ türü açıklamalar. Mesele, şu ya da bu yapısal değişikliğin OVP’de yapılmasının gerektiğinin yazılması değil; hayata geçirilmesi. Ya da güvensizliğe yol açan ikinci ana sorun olarak gösterdiğim sorunun ortaya çıkmasına yol açan -Merkez Bankası Başkanı’nın her istenildiğinde görevden alınmasına izin veren- düzenlemeler orta yerde duruken, bunların kaldırılmasını tavsiye etmek yerine, asgari ücretin artırılmamasının Hükümete yazılan açık mektupta Merkez Bankası’nca talep edilebilmesi. Ya da Dünya Bankası’ndan uzunca bir süreye yayılacak, doğal olarak koşullara bağlı ve yıllardır alınan türden yeni bir kredi desteğinin büyük bir olaymış gibi gösterilmeye çalışılması.
Program özellikle güven sorununu çözmeyi hedefleyen yapısal değişikliklerle güçlendirilmediği sürece, ne yazık ki ‘düşe kalka gitmeye çalışan’ bir ekonomimiz olacak. On bin lira alan emeklilerin olduğu, Nisan enflasyonu açıklandığında asgari ücretin dört kişilik bir ailenin açlık sınırının altına düştüğünün görüleceği bir ülkede iyi değil düşe kalka gitmeye çalışmak.