Rüstem ÇETİNKAYA
TİM Sektörler Konseyi Maden Sektörü Başkanı
Jules Verne, 1865 yılında Aya Yolculuk adlı kitabını yazdığında uzay ile tanışmamıza daha neredeyse 1 asır vardı. Verne, Denizler Altında 20 Bin Fersah adlı eserini 1870 yılında yazdığında ise John Holland henüz elektrikli Fenian Ram adındaki denizaltıyı icat etmemişti. Bu hayallerle dolu eserler insanoğlunun hem gökyüzünün hem de yeryüzünün derinliklerine olan ilgisini gösterdi.
Her yıl başta ABD, Rusya, Çin olmak üzere birçok ülke yüzlerce milyar dolarlık bütçeler ayırarak gökyüzünün gizemini çözmeye çalışıyor. Sadece gezegenlere ulaşmak değil, buradaki değerli madenlere de sahip olma hevesiyle...
Gökyüzündeki bu arayışın paralelinde okyanus ve denizlerin yüzlerce hatta binlerce metrelik derinliklerindeki benzer zenginlikler de merak ediliyor.
Derinlerde elmas arayışına başlandı
Ay’a giden insan sayısı mı daha fazla?
Yoksa dünyanın en derin yeri sayılan Marianna Çukuru’na mı?
Yanıt sizi şaşırtabilir; Mariana Çukuru. Yaklaşık 11 kilometrelik bu derinliğe inebilen sadece 3 kişinin olduğunu düşünürsek, aslında dünyanın hala merak uyandırabilecek bir zenginliği sakladığını düşünebiliriz. Birçok bilim insanına göre okyanusların önemli kısmının neredeyse yüzde 70-80’den fazla bir oranının hala tam anlamıyla keşfedilmediğini de bilmek gerekiyor.
Günümüz teknolojisiyle, uzayın milyonlarca kilometre ötesini teleskop yardımıyla görürken, suyun altında kalan yerlerde ise sadece 5 kilometrelik resülasyonla haritalandığını biliyor muydunuz?
Yani 5 bin metre altında okyanus zemininin haritalanmadığını, maviliklerde bizleri neleri beklediğini tam anlamıyla bilmiyoruz. İşte bu bilinmezliğe yönelik yeni bir dönem başlıyor aslında. Bunun ismi de derin deniz madenciliği. Bir anlamda mavi madencilik.
Derin deniz madenciliği aslında çok da yeni değil. Oşinografi adıyla hayatımıza giren bu araştırmaların kökeni M.Ö 2 binli yıllara kadar gidiyor. Fenike ve Giritlilerin su altındaki arayışlarıyla başlayan süreç, modern teknolojiyle 1855 yılında derinlik ölçümü ile çağ atladı. British Challenger isimli İngiliz gemisi, 1872 yılında 4 yıl süren bir araştırma seyahatinde Kuzey Kutbu Denizi hariç bütün okyanus ve denizleri gezerek mangan içeren yumrulu yatakları saptadı.
ABD ile birlikte Çin, Fransa, Kanada, Almanya, Hindistan, Japonya, Güney Kore, Rusya gibi devletlerin şimdilerde büyük ilgi gösterdiği bu alanda amaç karasal kaynakları tükenen bakır, nikel, alüminyum, manganez, çinko, lityum ve kobalt gibi metallere ulaşmak. Yani bir bakıma akıllı telefonlar, bilgisayarlar, enerji depolamaya yarayan batarya cihazları, güneş panelleri, rüzgar türbinleri gibi yüksek teknolojinin hammaddelerine sahip olmak. Asya’dan Latin Amerika’ya kadar birçok coğrafyada başlatılan bu çalışmalar meyvelerini veriyor aslında. Örneğin Namibya’da elmas ve Endonezya’da kalay madeni denizden çıkarılmaya başlandı.
Norveç, dünyanın ilk platformuna sahip
Bu konuda onlarca yıl örneğin çalışmalar başlatılsa da son birkaç yıldır ciddi alanda yatırımlar hayata geçti bu alanla ilgili. Küresel madenciliğin en önemli firmalarını bünyesinde barındıran Kanada bu konuda en ciddi adımı atan ülkelerden biri. Kanada, 2018 yılında dünyanın ilk deniz altı madencilik platformu Nautilus New Era’yı denize indirdi. 230 metrelik uzunluğa sahip bu gemi, Papua Yeni Gine’nin açıklarında 1,6 kilometre derinlikteki altın ve bakır çıkarmaya başladı.
Peki, bu mavi ekonominin büyüklüğü ne kadar?
Her yıl yeni rakamlar açıklanıyor tabii ki. Milyonlarca tonluk kasiterit, manyetit, elmas, bakır, çinko, manganez, kadmiyum, bizmut, krom, altın, kobalttan bahsediliyor. Örneğin Suudi Arabistan ve Sudan arasında yer alan 2.000 m derinlikteki dünya üzerindeki en büyük yataklardan biri kabul edilen Atlantis II baseninde 3 milyon ton çinko, 740 bin 000 ton bakır, 6 bin 500 ton gümüş ve 46 ton altın olduğu ifade ediliyor. Yine bu tür madenlerin Meksika, Peru, Avustralya, Hint Okyanus baseninde oldukça yoğun olduğu iade edilmektedir. Derin deniz madenciliğini bu kadar değerli kılan ise karasal madenciliğe göre pek çok avantaja sahip olması. Tenör değerleri açısından ele alındığında deniz madenciliğinden elde edilen cevherlerin verimi, karasal madencilikle karşılaştırıldığında 2 ile 10 kat daha yüksek.
Türkiye bu konuda kurumsal adımlar atmalı
İki yarımadayı kapsayan ülkemiz, sınırı ve sahip olduğu 4 deniz kıyısında mineralleşme olduğu bilinmektedir. Örneğin Batı-Doğu Karadeniz kıyısı manyetit, Marmara hattı monizite sahip olduğu biliniyor. Henüz doğalgaz çalışmalarının yeni başladığı bu süreçte, bu konuda yapacağımız adımlar geleceğini mavi sularda arayan gelişmiş ülkelerle de rekabet gücümüzü artıracaktır.
Türkiye, bu alanda çalışma yapacak güce sahip aslında. Dünyanın farklı ülkelerine farklı uygulamalar için gemiler üretilirken bu tür çalışmalara odaklanacak tersanelere ve tasarım gücüne sahibiz. Bu hem Türk madenciliğinin hem de tersaneciliğinin de önünü açacaktır.
3 tarafı denizlerle kaplı Türkiye, bu yeni nesil madenciliğe yönelik çalışmalarını hızlandırmalı. Bununla ilgili öncelikle bir planlama ve organizasyon sistemi kurulmalı. Mavi Vatan Deniz Kaynakları Arama Kurumu adında bir organizasyon kurulmalı, doğalgaz ve petrole yönelik çalışma yapan filomuzdaki gemilerin sayısı artırılmalı. Çünkü gelecek teknolojiye yön veren madenlerde. Türkiye bu sürece hazırlıklı olmalı.