Covid-19’un yarattığı resesyon ile mücadele için hükümetler trilyonlarca dolarlık destek paketleri açıklıyorlar. Böylesine derin durgunluk ortamında bunların vergi artışları ile karşılanması mümkün değil. Bu devasa paketlerin finansmanı için merkez bankaları para basacak, hazineler ise borçlanacak. Eğer resesyon ve istihdam kaybı önlenecekse kısa vadede başka yol yok. Bu sürecin sonunda ülkelerin zaten yüksek olan borç stokları daha da artacak. Orta ve uzun vadede ciddi yan etkileri olabilecek bu yola zorunlu olarak başvuruluyorsa yan etkileri azaltıcı yönde adımları da beraberinde atıp, borç stokundaki artışı hafifletmek gerekir. Bunun yolu da borçlanma gerektiren kamu harcamalarının kontrol edilmesi, zorunlu ve verimli olmayan bazı yatırımların rafa kaldırılmasından geçiyor.
Borç stokunda artış ciddi bir tehdit ama aslında yabancısı olduğumuz bir durum değil. Fed’in altın standardını terketmesiyle 70’lerden itibaren dünya borçlanmaya dayalı yeni bir üretim ve tüketim modeline geçti. O gün bugündür hükümetler, şirketler, bankalar ve bireyler durmadan borçlanıyorlar. Hakkını vermek lazım. Bu model sayesinde bireyler sahip olamayacakları evlere, arabalara sahip oldular; şirketler özkaynaklarıyla yapamayacakları yatırımları yaptılar, ülkeler erişemeyecekleri kadar yüksek hızda büyüdüler. Bu borçlanma dalgası olmasaydı, dünya zaman zaman krizlerle kesilse dahi, son 40 yıldır tadını çıkardığı refah ve varlık balonunu göremeyebilirdi. Model sayesinde şirketler yatırım yaptıkça ekonomiler büyüdü; çalışanların gelirleri ve dolayısıyla tasarrufları arttı. Hatta yeni modele kapitalizm yerine kreditizm diyenler bile oldu. Kapitalizm tasarruf ve yatırım üzerine kuruluydu, kreditizm ise borçlanma ve tüketim. Modelin zayıf noktası ise borçlanmanın tıkanması ve krizlere olan yatkınlığı. Bugüne dönersek, IIF’e göre küresel borç stoku 2019 sonu itibariyle 253 trilyon dolar ile 85 trilyonluk toplam ekonomik hasılanın üç katı. Her bir dünyalıya 32,500 dolarlık borç düşüyor. Finans dışı kesimin borcu 200 trilyon civarında. Faizler düşük seyrettiğinde sorun yaratmıyor ama faiz biraz artınca bilançolar bozulmaya başlıyor. IIF’e göre stok bu çeyrekte 257 trilyona yükselecek. Tahmin yapıldığında Covid-19 krizi hesaplarda yoktu. Herkes biliyor ki bu bu dev stok hiçbir zaman sıfırlanmayacak. Zaten borç sorunu denildiğinde akla borçların ödenmesi değil, döndürülmesi gelmeli. Şirketler ve hükümetler vadesi gelen borçları yeni borçlanmalarla çevirebilecekler mi? Çeviremediklerinde ne olacağını görmek için yakın tarihe bakın. 1980’lerde Latin Amerika, 1990’larda Asya, 2000’lerde ise ABD ve diğer batı ülkeleri borç krizini yaşadılar. Arjantin ve Rusya örneklerini hatırlıyoruz. En taze örnek ise Lübnan oldu. Borçlanmanın rehavetine kapılmamak lazım, özellikle bizim gibi ağırlıkla yabancı para cinsinden borçlananlar.