Malumunuz, Türkiye orta gelir tuzağına düşmüş bir ülke. Son 15 yıldır gelir düzeyimizin gidişatı bunu gösteriyor. Dünya Bankası’nın geçen hafta yayımladığı 2024 Dünya Bankası Kalkınma Raporu’na göre yalnız değiliz. Dünyada bizim gibi orta gelirli 108 ülke var. Gezegenimizin toplam nüfusunun %75’i bu ülkelerde yaşıyor. Dünyadaki toplam gelirin %40’ı da bu ülkelerde. 1990’dan beri orta gelirli olup, zengin ülke sınıfına sadece 34 ülke yükselebilmiş. Yani orta gelir tuzağına düşmek kural, tuzaktan kaçabilmek istisna. Biz ise maalesef istisnalardan biri olamamışız. Yakın zamanda da olabileceğimizi düşünmüyorum. Nedenini anlatayım.
Orta gelirli ülkelerin bazı şanslı dönemleri oluyor. Bu dönemlerde birçok olumlu faktör bir araya geliyor ve yatırım ivmeleniyor. Mesela Türkiye’deki 2001-2008 arası böyle bir dönem. Makro istikrar programı, tek parti iktidarının getirdiği istikrar, AB ile yakınlaşma ve birçok reform sayesinde yatırım yılda %15 oranında artarken, verimlilik artışları yılda %4’e kadar çıkmış. Bu yedi yıl dışında 1980 ile 2022 arasında ise yatırım artışı ortalama %4 iken verimlilik ise aslında azalmış. Kore’de ise artık herkesin bildiği başarılı ekonomik politikalarla benzer bir yatırım ivmelenmesini 1985 ile 1996 yılları arasında yakalamış. Ancak Türkiye’nin aksine Kore sonra da gelirini artırmayı başarmış. Peki, bu nasıl olmuş?
Orta gelir tuzağından çıkmak için önce yatırım almanız gerekiyor. Sonra bu yatırımlarla kurulan işletmelerin dünyadaki en iyi teknoloji ve yönetim tekniklerini öğrenmeleri gerekiyor. Dünya Bankası Kalkınma Raporu’nda buna “demlenme” (infusion) süreci demişler. İşletmeleriniz bir kez küresel verimlilik seviyesine yaklaşınca bu sefer o seviyeyi yükseltmeye başlıyor. Raporda buna da “inovasyon” süreci denmiş. Yatırımdan demlenmeye, demlenmeden inovasyona geçebilen ülke sayısı ise çok az. Bir grup, Kore ve Tayvan gibi Asya kaplanlarının olduğu ülkeler. İkinci grup, şanslı bir şekilde doğal kaynaklara sahip olup, bunlar para ederken ekonomisini çeşitlendirebilen ülkeler. Mesela Şili. Son grupsa Avrupa Birliği’ne giren ülkeler. Orta gelir tuzağından kurtulabilen 34 ülkenin 13’ü bunu Avrupa Birliği üyeliğine borçlu.
Tabii, her Avrupa Birliği’ne giren ülke orta gelir tuzağından kaçamıyor. Önemli olan girdikten sonra ne yaptığınız. 1990’larda bizle aynı gelir seviyesinde olan Polonya ve Bulgaristan’ın performanslarına bakalım. Polonya bugün bizim iki katımız gelir seviyesinde. Bulgaristan ise hâlâ aynı seviyelerde. Neden? Polonya, sosyalist dönemden kalma kamu iktisadi teşebbüslerini (KİT) vaktinde özelleştirmiş. AB üyeliğiyle kurallara dayalı bir ekonomi oluşturmuş. Polonyalı şirketler Avrupalıların tedarikçisi olup işleri öğrenmiş. Şimdi küresel olarak inovasyon yapabilir hale gelmişler. Bulgaristan ise KİT’lerini özelleştirmek yerine ek kurallarla bu teşebbüslerin olduğu sektörleri korumaya almış. Bunun sonucu olarak da ekonomi üretken sektörler yerine ülkede mafyanın hâkim olduğu inşaat ve tırcılık gibi işlere yönelmiş. Bu ilkel ekonomide kendi açısından gelecek göremeyen genç Bulgarlar ise Bulgaristan’ın AB üyeliğinin ardından başka Avrupa ülkelerine yerleşmeye başlamış. Bugün Bulgaristan’ın nüfusu 1990’a nazaran %25 daha aşağıda. Artık orta gelir tuzağından çıkmalarını sağlayacak işgüçleri de yok. Geçmiş olsun.
Peki, Türkiye bu yolculukta nerede? Biz daha demlenme sürecinin başlarındayız. Yurt dışından yoğun bir şekilde bilgi ve beceri (know how) alıp şirketlerimizin verimliliğini küresel seviyeye yaklaştırmamız gerekiyor. Bunun en kolay yolu yabancı yatırım çekmek. Ancak artık yabancılar kararın kullanınca olumlu olan “yerli ve milli” söylemi abartılınca, korkar hale geldi. İkinci yol, yurtdışındaki diasporamızı kullanmak. Daha önce de yazdığım gibi, bunun için de gerekli araçlardan yoksunuz. Üçüncüsü dünyada ne olduğunu anlayacak eğitimli işgücü lâzım. Müfredat ve öğretmen kalitesi problemleri bir yana, özel sektörde çalışan her 10 kişiden 9’unun asgari ücretin iki katı veya altında ücret aldığı bir piyasada iyi eğitime talep olması mümkün mü? Okusan da aynı parayı alıcan, okumasan da.
Dünyada neler oluyor? Birincisi, friendshoring çağında artık yabancı yatırım siyasileşti. Yani bizim söylemlerimiz yabancı yatırımı zorlaştırdığı gibi, dünyada lider olan şirketlerin ülkelerinin de bize yatırım yapma hevesi yok. İkincisi, eskiden destek/teşvik verecek bütçe imkânlarımız vardı. COVID-19 sonrası orta gelirli ülkelerin çoğu borç batağında yüzüyor. Bizim de vaziyetimiz eskisi kadar parlak değil. Üçüncüsü, kendileri zenginleşirken dünyayı kirleten ülkeler şimdilerde “Dünyanın istiap haddi doldu, siz zenginleşirken çevreyi kirletemezsiniz!”, diyor. Yeşil politikalar, gün geçtikçe zenginin zenginliğini koruma politikasına dönüşüyor. Maalesef küresel ortamdaki trendler orta gelir tuzağından çıkmamızı zorlaştırıyor. Orta gelir tuzağına düşmemizin ülkemizde pek de önemsendiğini zannetmiyorum. Baksanıza, Dünya Bankası’nın raporu yayınlanalı bir hafta oldu. İlk yazan da ben oldum. Durumumuz bu.