Dünyada ve Türkiye’de riskler artıyor

Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Yazı arşivime baktım, dünyanın pandeminin etkisi altına girdiği 2020 yılının başından beri ilk kez kullanıyorum bu başlığı. Pandemi döneminde risklerin çeşitlenerek büyümesi ve dünyaya yayılması o kadar alışılagelen bir şey oldu ki “riskler büyüyor” saptamasının  “haber değeri” kalmadı herhalde. Bu yılın ilk çeyreğinden itibaren ise, aşılanmanın yaygınlaşması sayesinde pandeminin yarattığı tehdidin azalmakta olduğu izlenimi dünyada yaygınlaştı, dünya ekonomisinde de geçen yılki büyük çöküşten sonra başlayan toparlanmanın hızlanarak süreceği beklentisi güçlendi.

Ancak bugün gelinen noktada bu iyimser senaryoya gölge düşüren gelişmelerin birbirini izlediği görülüyor. Pandeminin bundan sonraki seyrinden dünya ekonomisinde yaşanabilecek sorunlara ve gündeme gelebilecek jeopolitik risklere kadar pek çok noktada hesaba katılması gereken risklerin çoğaldığı görülüyor. Risklerin büyüdüğü ortamda iyi para kazanmanın sırrını bilenlerin ellerini ovuşturmaya başladığını da görür gibiyim.

Enflasyondan stagflasyon riskine

Pandeminin bundan sonraki seyri ve bunun sonuçları hakkında tahmin yapmak çok zor, “pandemi geride kaldı” diyenlere katılmadığımı belirtmekle yetineyim.

2020’de alınan tüm önlemlere ve sağlanan benzeri görülmemiş  parasal-mali desteklere karşın çok ciddi bir küçülme yaşayan dünya ekonomisinin 2021’de hızlı bir büyüme yaşayarak kayıplarının önemli bir bölümünü telafi edebileceği beklentisi yılın üçüncü çeyreğinde biraz gölgelenmiş görünüyor. OECD 2022 büyüme tahminlerini aşağı doğru çekme ihtiyacını duyuyor.

Yeterince hesaba katılmayan gelişmeler arasında, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerde gözlenen enflasyon sıçramasının ilk sırayı aldığını görüyoruz. Örneğin enflasyonun yıllardan beri %2’lik hedefin altında kaldığı ABD’de yıllık enflasyonun %5’i aşması bekleniyor şimdi. ABD Merkez Bankası’nın bu yükselişe nasıl tepki vereceği ise çok merak ediliyor.

Dünyadaki enerji ve tarım fiyatlarında gözlenen hızlı tırmanış da enflasyonist dalganın yaygınlaşmasına yol açıyor. Enerji ve gıda ithalatçısı olan bütün ülkeler bundan olumsuz etkileniyor.

Pandemi nedeniyle küresel arz zincirlerinde yaşanan depremin artçı etkileri de hemen bütün ülkelerde ekonomilerin arz cephesini, yani üretim kapasitesini olumsuz etkileyerek büyüme hızını düşürüyor. Ayrıca işgücü arzının yetersiz kalması sonucunda ücretlerde gözlenen, kimilerine göre sevindirici artışlar da bu sürece katkıda bulunuyor.

Bu gelişmeler birçok ülkede para bolluğunun sonucu olan talep enflasyonuyla üretimdeki düşüşten kaynaklanan arz yetersizliğinin doğurduğu fiyat artışlarının birbirini beslemesine yol açıyor. Bunun sonucunda bir yandan ekonominin büyüme hızı düşerken diğer yandan enflasyon tırmanmaya devam ediyor ve kimsenin sevmediği “stagflasyon” tablosu ortaya çıkabiliyor.

Çin riski büyüyor

Küresel boyuttaki genel tabloda, son bir yılda yaşanan sıra dışı gelişmeler nedeniyle özel bir önem kazanan ülke ise dünyanın ikinci (PPP hesabıyla birinci) en büyük ekonomisine sahip olan ülkesi Çin. Kapitalizmin bazı temel ilkelerini benimsedikten sonra son 40 yılda küreselleşmenin sağladığı olanaklardan da yararlanarak ekonomisinde benzeri görülmemiş bir atılım yapmış olan Çin şimdi yaşamsal bir dönüm noktasına gelmiş görünüyor.

Çin’i bu noktaya getiren koşulların değişmeye başladığı, Çin’in hızla yükselmesinden büyük yarar sağlayan ABD’nin ve Batı’nın Çin’i bir hasım gibi görmeye başladığı ortamda Çin’in kendine özgü yönetim tarzını koruma refleksiyle ve alternatif bir modeli savunma dürtüsüyle Batı’ya karşı cephe almaya zorlandığını görüyoruz. Batı dünyası gibi, Çin’in aşırı güçlenmesini kaygıyla izleyen Asya ülkelerinde de bu sürecin neler getireceği merak konusu. Çin hava kuvvetlerinin son haftalarda Tayvan üzerinde nükleer silah taşıdığı iddia edilen uçaklarla yaptığı uçuşlar da kaygıyla izleniyor.

Bu tehlikeli süreçteki kritik faktör Çin lideri Xi Jinping’in başta ekonominin %30’unu oluşturan gayrimenkul sektöründe yaşanan büyük iflaslar olmak üzere yavaşlayan ekonomideki sorunları göz ardı ederek dikkati başka yönlere çekmek için tür kaygı yaratan girişimlere başvurduğunu düşünenler de var.

Türkiye’nin riski nerede?

IMF dün açıklanan World Economic Outlook raporunda enflasyon sorununa ayrı bir bölüm ayırmış ve kapsamlı bir değerlendirme yapmış. Bu bölümde özellikle Türkiye gibi orta gelirli ‘Yükselen Pazar’ ülkelerinin, örneğin Polonya’nın, Macaristan’ın, Rusya’nın, Meksika’nın ve Brezilya’nın merkez bankalarının paralarının değerini korumak için faiz artışlarına yöneldiği belirtiliyor ve bunun tek istisnasının Türkiye olduğu vurgulanıyor. Financial Times gazetesi ise bu haberi verirken Türkiye’nin neden bu yola girdiğini şöyle açıklıyor: “Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisi yüksek faiz oranlarının enflasyona yol açtığını ileri süren teoriye inandığı için, faizleri yükseltmeye kalkan merkez bankası başkanını görevden aldı. Merkez Bankası faizleri düşürmeye devam ederken de Türkiye’de enflasyon %20’ye yükseldi.”

Türkiye’de asıl riskin nerede olduğunu ve enflasyonun neden düşmediğini de bir kez daha öğrenmiş olduk.

Tüm yazılarını göster