Dünya Gazetesi Türkiye’nin önde gelen ekonomi gazetesi olarak 42. yaşını kutluyor bugün. Türkiye’de gazetecilik yapmanın iyice zorlaştığı bir dönemde, kendi kulvarında ilkeli bir çizgide ilerleyen Dünya Gazetesi iş dünyasının nabzını tutma, Ankara’daki gelişmeleri izleme ve ekonomiyle ilgili olarak alınan kararları yorumlama görevini iyi yapıyor.
Öte yandan dünyadaki gelişmeleri yakından izleme görevini de ihmal etmiyor, yeşil ekonomiye geçişin önemini vurguluyor. Dijital dünyadan tarıma kadar her alanı kapsayan haberlere, analizlere yer veriyor. Sayfa editörlerinin çoğu işlerine bağlı, dikkatli ve çalışkan kadınlar. Ayrıca kendi konularında anlamlı yorum yapabilecek kapasitede köşe yazarlarına sahip Dünya. Son dönemde gazeteye eklenen hafta sonu ekleriyle de farklı bir kesime erişmeyi amaçlıyor.
Dünya dördüncü gazetem
1980’lerin başında basın denince ilk akla gelen isimlerden biri olan Nezih Demirkent’in Dünya Gazetesi’ni satın alarak bir ekonomi gazetesine dönüştürmeye başladığı dönemde ben de Cumhuriyet Gazetesi’ne haftalık bir Dünya Ekonomisi sayfası yapmaya yeni başlamıştım. Sonunda gazetecilikte karar kıldım ve Cumhuriyet’te ekonomi sayfası editörü olarak göreve başladım.
Benim Cumhuriyet’te başlayan gazetecilik serüvenim daha sonra Sabah ve Milliyet’te devam etti. 2010 yılında iktidarın medya patronları üzerindeki baskısının köşe yazarlığını anlamsız hale getirdiğini düşünerek kendi isteğimle Milliyet’ten ayrıldım ve kitap yazmaya odaklandım. Hiçbir gazeteden teklif almadım o dönemde. 2013 yılında Dünya’daki tanıdıklarımdan biri olan İbrahim Ekinci, Hakan Güldağ’ın benimle görüşmek istediğini söyledi. Türkiye’deki koşullar değişmemişti ama Dünya gibi bir gazetede yazma fikri aykırı gelmedi bana. Detayları konuşurken de dış haberler sayfasında yazmayı tercih edeceğimi söyledim ve Dünya’daki yazılarıma başladım.
Türkiye’nin 2013’deki sorunları
Altı siyasi partinin Türkiye’nin kaderini değiştirebilecek önemli bir adım attığı pazartesi gecesi bu yazıyı yazarken, yıllar önce Dünya Gazetesi yazarı olarak katıldığım ilk toplantı geldi aklıma. 2013 yılının Aralık ayında, Brookings Enstitüsü Başkan yardımcısı Kemal Derviş’in katkısıyla CHP tarafından organize edilen o toplantıya katılan tanınmış isimler arasında eski NATO Genel Sekreteri Javier Solana, Dünya Ticaret Örgütü’nün eski başkanı Pascal Lamy, İsveç Gelecek Araştırmaları Merkezi Direktörü Joakim Palme ve gelir eşitsizliği konusundaki çalışmalarıyla ünlü Dünya Bankası Başekonomisti Branko Milanoviç de vardı. O toplantıyı izledikten sonra yazdığım yazı 10 Aralık 2013’de Dünya’da yayınlandı. Sekiz yıl önce yapılan o toplantıda edindiğim izlenimleri şöyle özetlemişim o zaman yazdığım yazıda:
“Toplantıda bugünün dünyasında küresel ekonomide başarı sağlamanın katma değer üretmekten geçtiği vurgulandı. Türkiye ekonomisi tartışılırken üzerinde durulan sorunların çoğunun bu temel sorunla ilişkili olduğu da gözden kaçmadı. Yapılan saptamalara göre:
- Türkiye’nin iç tasarruf oranı çok düşüktü.
- Tasarruf oranı çok düşük olan Türkiye’nin cari işlemler açığı ekonomi yavaşlarken bile artabiliyordu.
- Bu durumun dünyadaki parasal genişlemenin yavaşlamasının beklendiği ortamda Türkiye’nin kırılganlığını artırması kaçınılmazdı.
- Dış açığın büyümesine yol açan faktörlerden biri de Türkiye’nin orta gelir tuzağının yanısıra, ‘orta teknoloji tuzağı’na da yakalanmış olması ve bu nedenle rekabet gücünü korumakta zorlanmasıydı.
- Dünya ekonomisindeki rekabetin teknolojiye dayalı katma değer üretme kapasitesiyle belirlendiği bir ortamda Türkiye’nin bu kısır döngüyü kırması zor görünüyordu.
- Bugünün dünyasında katma değer yaratmak için çok iyi eğitilmiş bir insan sermayesine sahip olmak gerekiyordu. Bunun için eğitimde atılım şarttı ve Türkiye’nin bu konudaki performansı hiç de iç açıcı değildi.”
Yerinde sayan Türkiye
Şimdi sekiz yıl sonra bugün gelinen noktada bu sorunların hiç birinin çözülmemiş olması, bu sekiz yılda Türkiye’yi yönetenlerin ne kadar başarılı(!) olduğunu gösteriyor. Sekiz yıl önce saptanan sorunlar bugün artarak devam ediyor ve Türkiye’yi bu noktaya getirenler şimdi bu sorunları çözme vaadiyle bir kez daha halkı kandırmaya çalışabiliyor.
Türkiye’nin bu çıkmazdan ancak farklı bir iktidarla çıkabileceğini söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Altı partinin ortak girişimi de bu ortamda farklı bir önem kazanıyor.