Ne olduklarını dahi bildikleri şüpheli X, Y, Z diye kategorilere ayırınca gençleri yakaladıklarını sanan, dünyanın yeni sorunlarına eski metotlarla yanıt veren, kimse dinlemediği için bağırmak zorunda kalan, işitme güçlüğü çektiklerini düşünmesem de -yaşları gereği olabilir, ayıp değil- kulakları duymayan, sevgisiz, hala gücün fiziksel bir şey olduğunu düşünen, zenginliği parayla ölçen liderlere sıkıştık kaldık… Daha sayayım mı; daralan ruhunuzu biraz da ben mi sıkıştıracağım, yok yapmayacağım… Güzel sesli Kalben’in her cümlesinin arasına sıkıştırmayı başardığı gibi “seviyorum sizi”!
Dünya, İkinci Dünya Savaşı artığı köhne kurumlar ile onların yönetimlerine çöreklenmiş ülkelerden büyük. Bu sözlere samimiyetle katılıyorum. Ama devamı olmalı; toplum da onu temsil ettiğini varsaydığımız her gün kendisinden uzaklaşan liderlerden büyük.
Orijinali BLA BLA BLA… Bu şarkıyı söyleyen Greta, Ajda değil. Gözleri, biraz korku, biraz öfke, biraz da hayal kırıklığı ve çokça da merakla bakan çevre aktivisti Greta Thunberg... Gülümsememeye ant içmiş gibi duruyor, nasıl oluyorsa hayatımıza, sürdürülebilir performansını hayranlıkla izlediğim Ajda’dan daha fazla renk katıyor.
Bizde de Greta’nın izinden giden gençler var, ne yalan söyleyeyim; yerli Greta çıkmasını çok istiyorum.
Greta, alem kız; yine liderleri azarladı! Boş küresel iklim krizi vaatlerine “Palavra Palavra Palavra” diye seslendi. Şimdilik elindeki yaptırım gücü kısıtlı. Belli mi olur. Bakınız Alman Yeşil Partisi! Azımsanmayacak güce sahipler.
Asra damgasını vurması beklenen iklim zirvelerinden biri İngiltere’nin Glasgow kentinde 31 Ekim’de toplanacak. Bütün liderler öyle ya da böyle bir gövde gösterisi yapacak. Zirve, umarım bizim Paris Anlaşması maceramız misali, dağ fare doğurmaz. Bu yüzden baskı grupları zirve öncesi ciddi enerji harcıyor. Thunberg ve arkadaşları, siz bozdunuz, biz düzeltmek istiyoruz bari gölge etmeyin diye haykırıyor.
Dünyanın dört bir yanından gençler İtalya'nın Milano kentinde düzenlenen “Youth4Climate” zirvesine akın etti. Thunberg, İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Hintli lider Narendra Modi’nin Birleşmiş Milletler’de yaptıkları konuşmalara öfkeyle atıfta bulundu. Yerin dibine geçirdi diyelim. Türkiye’nin Paris Anlaşması açıklamasını dünyanın geri kalanı gibi ciddiye almamış olmalı. Neler söylerdi, hayal etmek istemiyorum.
Thunberg liderlerin gelecek kuşaklara ihanet ettiğini, yalan söylediklerini ifade ettiği konuşmasında “bizi dinliyormuş gibi görünmek için toplantılara davet ediyorsunuz, dinlemiyorsunuz bile”, diye seslendi. “Bilim yalan söylemez, indirdiğiniz ve indireceğinizi söylediğiniz emisyonlar yerli yerinde duruyor. Boş vaatlerle elde var sıfır” dedi. Şöyle devam etti; “Artık iktidarların, neyin mümkün olduğuna karar vermesine izin veremeyiz, umudun tanımını yapmanızı istemiyoruz, çünkü umut pasif bir şey değil, umut, ‘…falan filan…’ diye tanımlanmaz.”
Dünyayı kirletenler Glasgow’da yine vaatler verecek, oysa uzmanlar yaşanabilir dünya hedefine ulaşılabilmek için ifade edilenlerden de sert taahhütte bulunmaları gerektiğini söylüyor. Karbon emisyon vaatleri, küresel ısınmayı kabul gören uluslararası 1,5 C sınırının altında tutmak şöyle dursun, 2030 yılına kadar yüzde 16 artırma yolunda.
Aynen Bla bla bla…
Şöyle düşünün daha net anlaşılabilir oluyor; ülkeler mevcut emisyon taahhütlerini yerine getirseler bile, bugün doğan çocuklar ömürleri boyunca büyükanne ve dedelerinin hiç deneyimlemediği iklim felaketlerine karşı mücadele vererek yaşam sürdürecekler. Ne yazık değil mi, hiç mi acımıyorsunuz… Sanırım “benden sonra tufan” diyorlar.
Önemli günler gelip geçiyor, yankı bulmuyor çünkü biz iç meselelerimizle çok meşgulüz. Ne vardı bu hafta; Uluslararası Gıda Kaybı ve Gıda İsrafı Farkındalık Günü. Biliyor olmalısınız, çok miktarda yenilebilir yiyecek, çok sayıda aç insan olmasına karşın çöpe gidiyor. Bunun önemli bir kısmı evlerde. Yani bireysel olarak yapabileceklerimiz çok çok fazla.
Gıda israfı demek yalnızca çürüyen domates salatalıkları çöpe atmak demek değil. Anlamı daha büyük; üretime adanan kaynaklar boşa gidiyor, çöp olan gıda sera gazı yaratıyor, artış iklim krizini büyütüyor.
İnek nerde… dağa kaçtı… dağ nerde… yandı bitti kül oldu… külleri de savruldu… Bunun gibi komik bir şey!
Birleşmiş Milletler Çevre Programı raporuna göre, yılda 931 milyon metrik tondan fazla gıda israf ediliyor. FAO'ya göre bu yıl dünya çapında yaklaşık 1 milyar insan aç. Yan komşunuz, üniversite öğrencileri, işçiler, göç yoluna düşen mülteciler, evsizler, yaşlılar, kadınlar, çocuklar aç…
Gıda israfı bir çevre katliamı, ahlak sorunu ve sosyal çöküş demek. Böyle günleri anlamına yakışır şekilde idrak edebilsek, öğreneceğiz.
Yaratıcı güzel şeyler de oluyor. Sizinle yeni öğrendiğim bir girişimi paylaşacağım. Bu tür girişimlerden tabii ki çok çok var. Güzel insan sayısı çok çok fazla. Problem, problemlerimizin bu girişim ve insanlardan daha fazla olması.
Merkezi ABD’nin başkenti Washington D.C. de bulunan Buzdolabını Doldur (Feed the Fridge) sosyal bir platform. Metro girişlerine yerleştirdikleri buzdolaplarına yerel restoranlardan tedarik ettikleri günlük yemekleri koyuyorlar. Açlar doyuyor. Ücretsiz yemek dağıtımı sanmayın sosyal boyutu halka halka; evsizler buradan beslenirken, evlerinden çıkamayacak kadar yaşlı ve yalnız olan dolayısıyla aslında açlıkla karşı karşıya bulunan yaşlılara eve teslimat gerçekleştiriyorlar. Bitmedi! Buzdolabını Doldur hareketi, pandemide küçük yerel lokantalar kapanmasın, yerel ekonomi zarar görmesin diye başlamış bir sosyal hareket, doğru ihtiyaca yöneldiği için büyümekten başka yol bulamayan her girişimde olduğu gibi gelişerek yaşıyor. İşi ilerletmişler. Metro duraklarıyla başlayan hareket, eğlence merkezleri ve okullar da dahil olmak üzere yayılmış.
Bağışla ayakta duruyorlar. Buzdolaplarına yemek sağlayan restoranlara 700 bin Dolar aktarılmış; restoranlar batmaktan evsizler açlıktan kurtulmuş. Bu arada, lokantalar kafalarına göre her gün makarna patates pişirmiyor bilesiniz. Protein ve karbonhidrat dengesi önemli; ekip her sabah yemekleri topluyor, buzdolaplarını strelize ediyor, dağıtımı gerçekleştiriyor. Açlar sorgusuz sualsiz yemek alabiliyor. Sorgusuz sualsiz! Anladığım kadarıyla suistimal yok! Nedense aklıma Yeşil Kart uygulaması geldi. Yoksulların sağlık hizmetine ulaşabilmesi için geliştirilen bu sistemi varlıklı kişiler ücretsiz hizmet almak için delmemiş miyd? Kötü müyüm neyim… Hatırlanacak şey mi bu şimdi.
Pozitif hafızamı geliştiriyorum hızla; Türkiye’de de yüreklendirilmesi gereken hareketler var. Sayılarının ve yaygınlıklarının artması için gereken çabayı biz vermeliyiz. Gıda Bankacılığı’nda somut adımlar var. TİDER kurucusu Serhan Süzer’le renkli bir söyleşimize kendinizi güncellemek isterseniz ulaşabilirsiniz. Bu arada konuya teknoloji yatırımlarıyla katılan ve uluslararası boyuta bürünen Fazla Gıda gibi girişimler de yer alıyor. Kurucu Olcay Silahlı’yla söyleşim erken aşamayı yansıtıyor, artık girişim demek haksızlık olabilir. Belediyelerin çabalarını yok saydığımı sanmayın. Ama yetmiyor işte. Türkiye’de malum tarım politikası yok, üretimde fire, üretildikten sonra gıda israfı ve fakirlik geometrik artıyor, her sokakta evsizlere rastlamak, dilenirken düşkün yaşlılarla karşılaşmak şaşırtmaz oldu; Türkiye hızla yoksunlaşırken atılan adımlar mütevazı kalıyor.
Hayat 360 derece. Gıdamız çöp olmasın, yaşayacak ormanlar kül olmasın, çocuklar sağlıklı büyüsün, yaşlılar endişeden uzak kalsın, karbon salımı tarihe karışsın, tüketebildiğimizde de sağlığıma zararlı mı diye endişe etmeden gıda tüketelim…
Ben ümitsiz bir iyimser değilim.
Yazının girişinde üç beş liderin dünyaya ayar vermesiyle olacak iş değil demiştim. Halk ve inisiyatifi çok önemli. Siyasetten başka konular da olduğu için aslında dünya çok renkli çok zengin bir yer. Tabii her koşulda ekonomik gücü elinde tutan kurumsal önemli. Ama onların hali de hal değil yani.
Enerji, çimento ve ulaşım dahil olmak üzere karbon yoğun sektörlerde faaliyet gösteren 107 küresel şirket incelenmiş. Yüzde 70'ten fazlası 2020 mali tablolarını hazırlarken iklimi dikkate aldığını belirtmemiş. Carbon Tracker Initiative ve Climate Accounting Project araştırmasına göre, iklimle ilgili riskler ve net sıfır emisyon planlarına ilişkin tartışmalar finansal tablolara yansımıyor.
Hadi onlar yansıtmadı… Denetçiler ne yaptı diye sorabilirsiniz. Rapordan tam alıntı yapayım; denetçiler gözlemlenebilir tutarsızlıkları nadiren fark etmiş.
Hangi pencereden bakarsanız, onu görüyorsunuz anlaşılan.
Denetçileri, muhasebecileri ve aktüerleri düzenleyen Birleşik Krallık Finansal Raporlama Konseyi tarafından geçen yıl yürütülen benzer bir araştırma, birçok denetçinin “mali tablolara yönelik önemli yanlış bildirim risklerini belirleyip değerlendirirken iklim değişikliğini dikkate almadığını” ortaya çıkarmış.
Yine geçtiğimiz yıl, varlıkları 100 trilyon dolar olan bir grup yatırımcı, Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS)’un iklim konularının, finansal raporlamaya dahil edilmesi gerektiğini söyleyen kılavuzu onayladı.
Dönelim araştırmaya, özetle raporlar yalnızca eksik değil evrensel kriter yok. İncelenen şirketlerin dörtte üçünde finansal tablolardaki iklim değerlendirilmeleri, kuruluşun başka medyalarda yaptığı açıklamalarla tutarsızlık gösteriyor. Şirketlerin raporlamaları iyileştirmeleri, denetçilerin standartlarını geliştirmeleri gerekiyor.
İnsanoğlu ilginç, kuralı koyuyor, yorumluyor, esnetiyor, bozuyor, denetliyor. Aaa unuttum, bir de ceza kesmez mi…