Lafı uzatmaya gerek yok. Türkiye Cumhuriyeti iktisat tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden bir tanesinden geçiyoruz. Tezvîrata da lüzum bulunmuyor. Bu ekonomik krizin nedeni iktidarın ekonomi politikası ve tercihleridir.
Normal koşullarda, bu durumu izah etmek ve aklımızı bilgi sisinde boğmaya çalışanların “cambaza bak” çığırtkanlığından kurtulmak için en iyi yol bilime, neden-sonuç ilişkilerine ve rakamlara başvurmaktır. Gelgelelim “normal” koşullarda yaşamıyoruz. Herhangi bir hesaba temel teşkil edebileceğimiz, neredeyse, tüm istatistikler ve rakamlar veri kirliliğinden mustarip hale getirildi. Verinin namusuna sahip çıkmak için gösterilen bilimsel çabaların bastırılmaya çalışıldığı yönünde de kuvvetli bir izlenim var. Veri türetmenin, veri üretmenin (toplamanın) yerini aldığı bu ortamda, bağımsız araştırmacılardan oluşan Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) çalışmalarının metodolojik altyapısını teşkil eden doktora tezinin savunulmasının önüne geçildiği, söz konusu tezin danışmanlığını yapan ENAG kurucusu Prof. Dr. Veysel Ulusoy Hoca tarafından kamuoyuna duyuruldu. Şu noktaya kadar ilgili Üniversite’den bu konuda bir açıklama da, benim bildiğim, gelmedi. Varsa ve ben kaçırdıysam onu da burada paylaşmak isterim.
ENAG verilerinin TÜİK verileriyle örtüşmediği açık. Hangisi doğru meselesi bir yana, ülkemizde hayatın TÜİK verilerini doğrulayacak bir deneyim çerçevesinde yaşanmadığı da malum. Eğer ENAG verilerinde bir bilimsel yanlışlık, metodolojik bir hata, hatta kasıtlı bir manipülasyon varsa; yanlışı ortaya koyar, tutarsızlığı kanıtlar, manipülasyonu açığa çıkarırsınız. Yasakladığınız her şeyi ise büyütürsünüz. Meseleye bîgâne olanların merakını çeker; ilgililerin kafasındaki şüpheyi kuvvetlendirir, milleti işkillendirir, alemin aklına bir “bityeniği” olduğu fikrini düşürürsünüz. Hele kredibilitenizi kaybettiyseniz, onu bu yöntemle savunmayı denemek kalan itibarınızı da alır götürür. İtibar, çok nazlı ve inatçı bir kuştur. Bir defa kaybettiniz mi geri kazanması zordur. Fikrin üzerine cebirle giden önünde sonunda kaybeder. Zira dünya dönüyorsa dönüyordur. Sizin gerçeklerden başınız dönüyor diye, paşa gönlünüz inmek istedi vs. sebeple durmaz…
Netice mi? Sevgili Prof. Dr. Selçuk Şirin Hoca sağ olsun; neticeyi bu hafta Gazete Oksijen’deki köşesine taşıdığı, Göteborg Üniversitesi (İsveç) ve FAU Erlangen-Nürnberg Üniversitesi (Almanya) işbirliğiyle hazırlanan ve ülkelerin 1900’den 2022’ye kadar performanslarını ölçen Akademik Özgürlük Endeksi verileriyle ortaya koymuş. Dileyenler bu çalışmaya https://academic-freedom-index.net/ adresinden ulaşabilirler. Bu çalışmaya göre akademik özgürlükler bakımından Mısır’ın bir altında İran’ın bir üstündeyiz.
Özgürlük, özellikle de düşünce ve ifade özgürlüğü, bir grup elitin züppece fantezilerinin konusu falan değildir. Sürdürülebilir refahın anahtarlarıdır. Özgürlük, adalet ve fırsat eşitliği mazide kalmış bir devrimin yavan sloganları değil, geleceği üzerine inşa edeceğiniz yapı taşlarıdır. Ekonominiz, girişimcilik ve yaratıcılık bağlamları başta, bunlar üzerinde büyür. Hal tersine olunca mali yapınızla ilgili övünecek tek kaleminiz “ne güzel borçlandığınız” olur.
1987 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğrencisi oldum. Ankara’dan gelmişim. Evden ayrı, kendi sorumluluğumu üzerime almam gerek. Fakat ne mümkün! İstanbul bir masal ben de onda kaybolmuşum misali. Kafada kavak yelleri, romantizm dorukta, gelecek bizim… Fakat, İstanbul yaman da bir yandan. Bir türlü ne havasına ne suyuna ne trafiğine uyum sağlamak mümkün olmuyor. O gün derse geç kalmışım. Ders, fakültenin en etkileyici amfisi olan, o zamanlar gözüme devasa görünen, M1’de.
Geç kaldığım bir efsanenin dersi. Sonradan akademik hayatımın şekillenmesinde büyük katkısı ve emeği olan rahmetli hocam Prof. Dr. Toktamış Ateş kürsüde. Mahcup, ürkek, amfinin koca kapısını itip kenardan köşeden, gölge misali, duvara bitişik nizam süzülerek, sıralardan birine kapağı atmaya çalışırken, istifini hiç bozmadan derse devam eden Hocamın o dâvûdî sesini duydum; şöyle diyordu: “Çocuklar insanları aldatırlar. Kandırırlar. Derler ki seç birini: Ya ekmek ya özgürlük! Bu kocaman bir yalandır! Özgürlüğü olmayanın ekmeği de olmaz. Er ya da geç elinden alınır.”
Dinleme, düşünme, ifade, tartışma, eleştirme, itiraz…
Bunların özgürlüğünü kaybeden toplumlar muhakkak ki ekmeklerini kaybederler; önce kendi aralarında bir diğerine, sonra hep birlikte başkalarına.
Bu da bu ülkeye ne hak ne de revâ…