Dünya Bankası’nın salı günü yayınladığı Küresel Ekonomik Beklentiler (Global Economic Prospects) raporunda pandeminin yaratmış olduğu iktisadi zayıflamadan tam toparlanamadan Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmiş olması ve Çin’de yeniden devreye giren karantinalar sonucunda Dünyanın uzun süreli bir zayıf büyüme ve yüksek enflasyon (stagflasyon) ortamına girebileceğinin altı çiziliyor. Savaşın daha söz konusu olmadığı Ocak ayı raporuna göre bu ayki raporda küresel büyüme tahmini yüzde 4.1’den yüzde 2.9’a düşürülmüş. Daha da karamsar olan tahmin ise bu düşük büyüme oranının 2023 ve 2024 senelerinde de devam edecek olması. (DB’nin ABD ve AB’ye ilişkin yeni büyüme tahminleri yüzde 2.5. Çin ile ilgili büyüme tahmini ise yüzde 4.1, ki bu neredeyse 30 senedir görülmemiş düşük bir oran.)
Bizim içinde yer aldığımız yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomiler grubunda ise büyümenin 2021'de yüzde 6.6'dan 2022'de yüzde 3.4'e düşmesi bekleniyor. Bu geçmiş 10 yılın ortalaması olan yüzde 4.8'in oldukça altında. Tabii, bu grup homojen bir grup değil. Suudi Arabistan gibi enerji ihracatçısı ülkeler büyüme hızlarını artırırken enerji ithalatçısı ülkelerde yavaşlama daha da artacak. Bu duruma istisna teşkil eden 3 ülke var: Arjantin, Türkiye ve Pakistan. Bu 3 ülkenin büyüme tahminleri geçen rapora göre sırasıyla 1.9, 0.3 ve 0.9 puan artırılmış. Ancak, enflasyon Pakistan’da yüzde 13 iken Arjantin’de yüzde 60, Türkiye’de ise yüzde 80.
Raporda bugünkü küresel konjonktürün 1970’li yıllarla bir karşılaştırılması da yapılıyor ve 3 bakımdan benzerlik olduğu iddia ediliyor: Gelişmiş ekonomilerde uzun süreli ve oldukça uyumlu bir para politikası döneminin (Bretton Woods) ardından gelen enflasyonu körükleyici arz yönlü politikaların ağırlık kazanması, piyasaların büyüme beklentilerinin zayıflaması ve gelişmekte olan ekonomilerin karşı karşıya olduğu kırılganlıklar. Öte yandan o günler ile önemli farklılıklar da söz konusu. Bugünlerde dolar güçlü kalmaya devam ediyor. (Dolar endeksi 1973-78 arasında 110’dan 85’e gerilemişti.) Emtia fiyatlarında ise bugünlerde de yüksek artışlar söz konusu ama yüzdesel olarak bakıldığında artış oranı çok daha düşük. (O dönemde petrol fiyatları yüzde 320 artmıştı.)
Dünya Bankası’nın vurgu yaptığı 1970’lere göre diğer bir müspet farklılık ise gelişmiş ekonomilerdeki ve birçok gelişmekte olan ekonomideki merkez bankalarının artık fiyat istikrarı için açık yetkilere ve son 30 yılda enflasyon hedeflerine ulaşma konusunda güvenilir bir geçmişe sahip olmaları! DB’nin yeni raporunun tanıtım sayfasında Küresel Beklentiler Grubu Direktörü Ayhan Köse’nin şöyle bir ifadesi de yer alıyor: “Gelişmekte olan ekonomiler, mali sürdürülebilirliği sağlama ihtiyacı ile günümüzün örtüşen krizlerinin en yoksul vatandaşları üzerindeki etkilerini azaltma ihtiyacı arasında denge kurmak zorunda kalacak. Para politikası kararlarını açık bir şekilde iletmek, güvenilir para politikası çerçevelerinden yararlanmak ve merkez bankası bağımsızlığını korumak, enflasyon beklentilerini etkin bir şekilde sabitleyebilir ve enflasyon ve aktivite üzerinde istenen etkileri elde etmek için gereken politika sıkılaştırma miktarını azaltabilir.”
Türkiye’de para politikası ise son dönemde Sn. Köse’nin ortaya koyduğu tarzdan oldukça farklı bir şekilde işlemekte. Bu bağlamda, ekonomide uzun zamandır gözlemlenen ancak resmiyet kazanmayan bir politika tercihi artık politika yapıcılar tarafından da açıklıkla ifade ediliyor: Türkiye yatırım, üretim, ihracat ve istihdam odaklı büyümeyi öncelleyen bir iktisat politikasına yönelmiş durumda. Para politikası sıkılaştırmasının uygulanmadığı böyle bir yaklaşım ise gayet tabii olarak (ve özellikle ekonominin içinde bulunduğu iç ve dış konjonktür dikkate alındığında) enflasyonun ve de enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınmasını zorlaştırıyor. Bu noktada geriye kalan tek çıpa ise maliye politikası, ki şu ana kadar bütçe hüküm süren şartlar altında olabildiğince sıkı bir şekilde idare ediliyor - gerekli zamlar yapılıyor, ücretler enflasyonun altında tutuluyor vs. Fakat bu durum da tam Sn. Köse’nin ifade ettiği “yönetimlerin krizin en yoksul vatandaşlar üzerindeki etkilerini azaltma ihtiyacı” ile çelişiyor!