Finans dışı şirketler kesiminin dış borçlarının ve/veya döviz cinsinden borçlarının zamanla artması, önemli bir risk. Döviz kuru artışı ve bu artışa yol açabilecek gelişmeler şirketlerimizi ve dolayısıyla Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor.
Küresel krizden sonra yükselen piyasa ekonomilerine sermaye girişi çok arttı. Özellikle de finans dışı şirketlerin borcu belirgin biçimde yükseldi. Bu riskleri analiz eden çok sayıda akademik makale gün yüzüne çıktı. Ülkelerin merkez bankaları ile bankaları düzenleyen ve denetleyen kurumların (bizde BDDK) bankası durumunda olan Uluslararası Ödemeler Bankası’nın (Bank for International Settlements-BIS’in) hem bu risklere dikkat çeken hem de ilgili istatistikleri türeten ve yorumlayan çok sayıda çalışması var. Bu çalışmaların en güncellerinden biri Haziran 2020’de kurumun dergisinde (BIS Quarterly Review) yayınlandı.
Bu çalışmada finans dışı şirketler kesiminin bu tür risklerini gösteren iki göstergeye dikkat çekiliyor. Birincisi, bu şirketlerin kaynağı ister yurtdışı olsun ister yurtiçi, döviz cinsinden aldıkları krediler ve ihraç ettikleri tahvillerin toplamı. İkincisi gösterge üç unsurdan oluşuyor: İlk ikisi şirketlerin yurtdışından borçlanmaları ile ilgili: Bu şirketlerin yurtdışından aldıkları krediler ve yurtdışına ihraç ettikleri tahviller. Üçüncüsü ise yurtiçindeki bankaların yurtdışından aldıkları borçlar ile finans dışı şirketlere açtıkları krediler. Çalışmanın yazarları, bu ikinci göstergenin kredi kısmının ağırlıklı olması halinde, kredilerin tahvillere göre daha kısa vadeli olmaları nedeniyle, şirketlerin risklerinin daha fazla olacağına dikkat çekiyorlar.
Risk kaynakları biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları açısından çok açık. Bir akademik çalışmanın bunları bize hatırlatması çok da gerekmiyor: Döviz kurunu sıçratacak ve yurtdışından borç akımını kesecek şoklar. Yurtdışından borçlanma olanaklarının azalması, bu araştırmalarda, daha çok ABD Merkez Bankası’nın faiz artırma döngüsüne girmesine ve küresel krizden sonrası için geçerli olan şişkin bilançosunu küçültücü adımlar atmasına bağlı. Bu koşulların gerçekleşmesi elbette döviz kurunu da sıçratır. Öte yandan ABD Merkez Bankası bu tür sıkılaştırıcı adımlar atmasa bile tekil ülkelere özgü nedenlerle kur sıçrayabilir. Mesela, ismi lazım değil, bir zat tweet atıp ülkenizi tehdit edebilir.
Dolayısıyla, finans dışı şirketler kesiminin (elbette finans kesiminin de) dış borcunun ve/veya döviz cinsinden borcunun zamanla artması, hele bu borcu karşılayacak yeteri kadar döviz geliri yoksa önemli bir risk. Sözünü ettiğim çalışma, Türkiye’nin de aralarında olduğu 16 yükselen piyasa ekonomisinde, 2009 sonunda finans dışı şirketlerin dış borcu 10.5 trilyon dolar iken, 2019 sonunda 28.6 trilyon dolara çıktığını gösteriyor. İki göstergenin GSYH’ye oranları açısından ise 2019 sonu itibariyle durum şöyle. İlk gösterge açısından en riskli beş ülke sırasıyla şunlar: Şili, Türkiye, Meksika, Çekya ve Malezya. İkinci gösterge açısından en riskli beş ülke yine aynı ama sıralama farklı; Türkiye beşinci sırada. Türkiye’nin riskini artıran ek bir unsur daha var: Finans dışı şirketlerimizin borcu daha çok banka kredisi şeklinde.
Döviz kuru artışı ve bu artışa yol açabilecek gelişmeler şirketlerimizi ve dolayısıyla Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor. 2018 Ağustos ayında patlayan kriz bunu iyi anlatamadı ise bir arama motoruna anahtar sözcükleri girerek sözünü ettiğim literatüre erişilmesi anlamaya yardımcı olacaktır.