Dolarizasyon ve eksi reel faizler ithalat talebinin frenlenmesini zorlaştırıyor

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Geçen hafta Merkez Bankası 9 kere art arda yaptığı faiz indirimlerine son vererek adeta bir “sürpriz” yapmış oldu. Piyasa faizlerinin geldiği noktaya baktığımızda ise reel (enflasyondan arındırılmış) faizlerin eksi seviyelerde rekora doğru gittiği görülüyor. Bugün itibariyle 12 aylık enflasyon yüzde 11.4. (Ki yarın bunun daha da yükselmiş olduğunu göreceğiz.) Mevduat sahibinin eline geçen net faiz ise yüzde 7’nin biraz altında. Kısaca mevduat sahibi yüzde 4.4 kadar eksi faiz almakta!

“Eksi” faizin anlamı tasarruf sahiplerinin (zımnen) servetleri üzerinden vergilendirilmesi ve kredi kullananlara da sübvansiyon sağlanması. Ekonomiyi canlandırmak için uygulanan bu faiz politikasının enflasyon ve cari açık üzerinde tehlikeli bir baskı oluşturacağını daha önce defalarca yazmıştım. Geldiğimiz noktada bu baskıyı ve bunun neticesinde ortaya çıkan problemleri görüyoruz. Öyle ki, Türkiye’nin bugünkü şartlar altında gereksiz yere harcayacağı bir tek doları kalmamıştır. (Bu gereksiz harcamaları TL aşırı değerliyken çokça yaptık, ona sayalım!)

Ortada şöyle bir çelişki de var: Evet, bugünlerde tüm hesaplamalara göre TL aşırı değersiz. Ancak buna rağmen ithalat talebi kontrol altına alınmış da değil. Bunun birinci sebebi tabii ki kredilerde yaratılan balon. Her ne kadar krediler “hedefli” sektörlere kanalize edilmeye çalışılıyorsa, gene de ithalat talebine ciddi bir yansıması oluyor. Diğer sebep ise aşırı dolarizasyon. Evet, TL aşırı değersiz ama TL kullanan kim ki? Türkiye’de hane halklarının tüm menkul varlıkları dikkate alındığında, dolarizasyon oranı (belki bir kaç mini devleti saymazsak) Dünyadaki en yüksek oran olabilir. Öyle olunca da, ithalat talebi de yeteri kadar düşmüyor. Tüketicinin (en azından önemli bir kısmının) varlıkları dövizde olunca TL’nin değer kaybı döviz bazlı alım gücünde ve dolayısıyla ithalat malı talebinde yeteri bir azalma yaratmıyor.

Bu talebi zayıflatmanın bir yolu da gümrük ve tüketime yönelik diğer vergiler. Hükümet gümrük vergilerini yükseltmeye başlamadan önce bunun uygulanması gereken bir tedbir olduğunu vurgulamıştım. Nitekim her gün belirli ürün ve sektörlerde uygulama genişletiliyor. Ancak, oranlar yeteri kadar kısıtlayıcı değil. Özellikle kullanım aciliyeti olmayan tüketim maddelerinde (örneğin 1300 cc’nin üzerindeki otomobillerde veya tüm cep telefonlarında) vergi oranlarının 6 aylığına yüksek oranda artırılıp, sonrasında kademeli olarak düşürülmesi ithalat talebini gerçek anlamda sıfırlar. Herhalde Türk halkı da bu ürünlerden 6 ay mahrum kalsa depresyona girmez.

Yaza girdik. Artık çok netleşen bir durum turizm döviz gelirlerimizin çok düşük kalacağı. Eğer bu dönemde ithalat talebini ciddi biçimde frenleyemezsek döviz konusunda daha da sıkışabiliriz. (Döviz rezervlerimizin detaylarına girmeden sadece mart başında 108 milyar dolar olan brüt rezervlerimizin haziran sonunda 91.5 milyar dolar kadar olduğunu belirteyim). Sene başından beri enerji faturamızda yüzde 40’a yakın düşüş olmasına karşı toplam ithalatımızdaki düşüş sadece yüzde 6.6! Bu şartlar altında gümrük vergilerinde ve ÖTV’lerde bu kadar utangaç olmaya gerek yok. Bazıları DTÖ ve AB anlaşmaları falan diyecek ama COVID-19’dan doğan mücbir sebeplerin “geçici” tedbirler almak konusunda bize yeteri kadar koz verdiği kanaatindeyim.

Tüm yazılarını göster