ABD para birimi karşısında son dönemde hiçbir para birimi ayakta duramıyor. Öyle ki, son 35 senede doların ABD’nin ticaret yaptığı ülkelerin para birimlerine karşı değerindeki değişikliği ölçen dolar endeksinin (DXY) 2000’li yılların başındaki “dot.com” krizi dışında hiç bu kadar güçlendiği vaki olmamıştı. (Aslında endeks en büyük ağırlık yüzde 57.6 ile euro’da olmak üzere 6 büyük para biriminden oluşuyor. İlginç bir şekilde ABD’nin önemli ticaret partnerlerinin para birimleri olmasına karşın Çin yuanı, Kanada doları ve Meksika pezosu endeks hesaplamasında yer almıyor. Bu durum bu paraların yeteri ölçüde konvertibl olmamasından kaynaklanıyor.)
2008 finansal krizi ve sonrasında dolar endeksi 75’lere kadar gerilemişti. Son 10 senedir ise dolar belirgin bir şekilde güçleniyor. Ancak pandemi sonrasında, son 1.5 yılda neredeyse kesintisiz bir yükseliş süreci söz konusu. Son 16 ayda dolar endeksi 90 değerinden dün itibarıyle 114.5 değerine yükselmiş durumda. Yüzde 27 değer artışı söz konusu. Doların bu kadar kısa sürede güçlenmesinin spesifik sebepleri var. Öncelikle pandemi sonrasında kamu harcamalarındaki artış ve orta ve alt sınıflara yapılan gelir transferleri sayesinde ABD ekonomisi ne istihdam ne de büyüme bakımından çok ciddi bir sorunla karşılaşmadı. Bu durum Fed’in de artan enflasyon karşısında politika faizlerini artırırken diğer ekonomilere göre daha çabuk ve rahat hareket etmesini sağladı. Tabii bu rahatlıkta doların Dünyanın açık ara bir numaralı para birimi olmasının da etkisi var. Öte yandan, doların bu kadar güçlenmesi ABD’nin ihracatı bakımından iyi bir haber değil. Ancak ABD’nin diğer gelişmiş ülkeler kadar ithalata bağlı bir ülke olmaması ve ihraç ürünlerinin ise fiyat esnekliğinin göreceli olarak düşük olması bir avantaj. Tabii, doların bu kadar değerlenmesi ABD’nin enflasyon dinamikleri açısından da olumlu.
Doların güçlenmesinin arkasında ABD ekonomisinin göreceli olarak daha iyi performans göstermesinin dışında diğer ekonomilerde işlerin hiç de iyi gitmemesinin de önemli bir etkisi var. Euro bölgesine baktığımızda Rusya-Ukrayna savaşı neticesinde Avrupa’nın bir enerji darboğazına girmesinin an meselesi olduğu görülüyor. Bu durumdan en çok etkilenecek ülke ise Avrupa’nın lokomotifi olan Almanya. Böyle bir konjonktürde AMB’nın faiz artırımlarının Avrupa’yı derin bir resesyona sürükleme riski oldukça yüksek. Aynı zamanda faiz artışları ile birlikte gözler yeniden kamu borçluluğu yüksek Avrupa ülkelerine dönmüş durumda. (Bu şartlar altında İtalya’da söylemlerinde küresel finansal spekülatörlere yüklenen aşırı sağcı bir liderin iktidara gelmesi çok şaşırtıcı değil.)
Son günlerin gündemi ise sterlin’deki çok hızlı değer kaybı. Aslında bu durum da çok şaşırtıcı değil çünkü Brexit sonrası İngiltere ekonomisi iyi gitmemesine rağmen son döneme kadar sterlindeki değer kaybı euro’nun altında kalmıştı. Ancak derin bir resesyondan korkan İngiliz Merkez bankasının faiz artışında ürkek davranması sterlinin hızlı değer kaybını da beraberinde getirdi. Aynı zamanda, Johnson sonrası iktidara gene aşırı sağcı bir liderin gelmesi ve İngiltere’nin büyüme stratejisini ağırlıklı olarak özellikle varsıl kesimlerden alınan vergilerin düşürülmesi üzerine oturtması da İngiliz ekonomisinin geleceği konusunda soru işaretleri oluşturmakta. (Reagan’dan beri Batı’daki neoliberal iktidarların “trickle down” olarak bilinen vergi indirimleri sayesinde zengin kesimlerin daha çok yatırım yaparak ekonomiyi canlandıracağı faraziyesi vardır. Ancak bugüne kadar yapılan hiçbir araştırma böyle bir pozitif etkinin varlığını kanıtlayabilmiş değil!) Son olarak USD/TL bağlamında bir şeyler söylememiz gerekirse, şu anda TL’nin, diğer para birimlerini de dikkate aldığımızda, dolar karşısında özellikle negatif olarak ayrıştığını söyleyemeyiz doğrusu. Tabii ki, TL’yi bu seviyelerde tutmak için yapılan doğrudan döviz satışlarının, KKM gibi liralaşma hedefi ile aslında dolarizasyonu teşvik eden bir enstrumanın devreye sokulmasının, dolaylı müdahelelerin, finansal ve finans-dışı kuruluşlara getirilen çeşitli kısıtlama ve yasakların orta ve uzun vadede doğru bir strateji olduğunu iddia etmek imkansız. Ancak buradan da her kur artışını yurtiçindeki döviz arz-talep dengesindeki bozukluğa fatura etmek doğru olmaz. Doların küresel gücünün de TL’deki kur hareketlerinde önemli bir etkisi var. Hatta, halihazırda sene başından beri dolar kurundaki artış (yüzde 42.3) enflasyonun (yüzde 47.8) gerisinde kalmış durumda. Diğer bir ifadeyle aslında son 8 ayda diğer para birimleri reel olarak hızla değer kaybederken TL’de dolara karşı az da olsa bir değerlenme söz konusu. (Tabi, daha genel resime baktığımızda, reel efektif kura göre TL’nin tarihi düşük seviyeleri devam etmekte.)