Bugünler de telefon ile ya da yüz yüze geldiğim dostlar iki soruya yanıt vermemi istiyorlar: Döviz kuru ne olur, altın daha ne kadar yükselecek?
Sırayla gidelim. Dünya dolar ve Euro’ya boğulmuş durumda. ABD Merkez Bankası bilanço büyüklüğü 2018 sonunda 800 milyar dolar iken 2019’un sonunda 4 trilyon dolara ulaştı. Salgın ile birlikte adeta gökten dolar yağdı ve bilanço büyüklüğü 7 trilyon dolara çıktı. ABD’de basılan 100 dolarlık banknotların %80’inin ülke dışında olduğu düşünüldüğünde ortaya şöyle bir gerçek çıkıyor: Hemen her ülke dolar talep ediyor. Doları sadece Merkez Bankaları değil, bireyler ve şirketler de talep ediyor. Bunun sonucunda dolar dünyanın rezerv parası olmaya devam ediyor. 2020’nin ilk çeyreği sonunda dünya döviz rezervinin %62’si dolar, %20’si Euro cinsinden. Kalanını da diğer paralar paylaşıyor. Aşağıdaki grafiğe dikkat ederseniz ABD’ye kafa tutan Çin Renbinmi’sinin toplam rezerv içindeki payı %2, üstelik Çin kendisi rezerv olarak yaklaşık 3 trilyon dolar tutmakta. Dünya toplam rezervi içinde İngiliz Poundu’nun payı %4,4, Japon Yeni’nin payı %5,7. Yine ABD ile yarışmaya çalışan Rusya’nın parası Ruble’yi rezerv olarak tutan yok. Yani Putin’in havası para piyasalarında geçmiyor.
Doları merkez bankaları çoğunlukla ABD tahvili ve bonosu şeklinde, şirketler ve bireyler ise efektif, mevduat olarak doları tutmakta. Neden dolar rezerv para da Renbinmi değil? Bunun ana nedenlerini sıralayalım:
• ABD’nin siyasal gücü
• ABD’nin ekonomik gücü
• ABD’nin askeri gücü
Bunlarda sarsılma olursa doların dünya ekonomisindeki egemenliği zayıflar. Örneğin salgın sürecinde başta Almanya olmak üzere AB’nin diğer ülkelerinin gösterdikleri iktisadi direnç Euro dolar parkesini son altı ayda 1.08’den, 1.18’e taşıdı. Yani ABD Doları değer kaybetti. Bu kayıp ABD’nin işine geldi. Çünkü ABD malları Euro bölgesinde ucuz kaldığı için ihracat potansiyelini olumlu yönde etkileyebilir (Ucuz sözcüğü iktisatçılar için doğru bir kullanım değildir, ancak burada kolay anlatalım diye seçtim).
Sıradan bireylerin döviz ve altın talep etmelerinin altında yatan bir başka etken de ekonomiye olan güvensizlik. Kaosun, belirsizliğin olduğu her ortamda bireyler altını güvenir bulduğu için tasarrufunu altın olarak yapmayı tercih eder. Yaşadığımız altın rallisinin altında yatan en önemli olgu da bu.
Sonuç olarak dolar ve altına talep devam ettiği sürece yön yukarı.
Türkiye Ayrışıyor
Türkiye de her alanda değişim çok hızlı oluyor. 2016 yılındaki dinci darbe girişimin ardından 2018 referandumu ve Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2019 da yerel seçimler ve ekonomik kriz, ardından salgının yarattığı yıkım. Tüm bunlar şirketler ve hanehalkı üzerinde ciddi hasar yarattı.
Türkiye de hükümet 2019 krizi ve salgına karşı toplam talebi canlı tutmak için şirketleri ve hanehalkını daha fazla borçlandırma yolunu seçti. 2020 yılının ilk yedi ayı sonunda kredi hacmi geçen yılın temmuz ayına göre %31,8, TCMB’nin bilanço büyüklüğü%36 arttı. Bu genişlemeye rağmen ekonomide istenilen sonuca erişilemedi. Çünkü halkımız tıpkı diğer ülkelerin vatandaşları gibi belirsizliğin yüksek olması nedeni ile harcama yapmak yerine tasarruf ettiler. Bunun sonucunda mevduat hacmi temmuz ayında geçen yılın aynı ayına göre %39.5 arttı, döviz cinsinden mevduattaki (DTH) artış %30,5 olunca, toplam mevduat içinde DTH’nın payı da %50 oldu. Yani “milli” duyguları yüksek yurttaşlarımız, en fazla sevilmeyen ülke olarak gördüğü ABD’nin dolarına adeta sarıldı. Halkımız milli ve dindar olmaktan çok galiba “Homo economicus”.
2018 sonrası yürütme, yargı ve yasama tek elde toplanınca ekonomide dönüşüm başladı. Bu noktada yorum yapmadan önce iki grafiğe dikkatli bakmanızı önermekteyim.
Yukarıdaki grafiklerden iki sonuç çıkıyor:
• Döviz rezervi hızla düşüyor
• Döviz kuru artmaya devam ediyor
Bu iki sonucun altında yatan etkenler şunlar:
Politika faiz oranı negatif düzeye çekilip, yapılan diğer düzenlemeler ile birlikte kredi hacmi çok hızlı arttı, bu da kurlar üzerinde yukarı doğru baskı yaptı. TL, yeni yıldan bu yana dolar karşısında %22 değer yitirdi. Kredi genişlemesinde kredi kanalı kayırılmış sektör olan inşaata kayınca kısa erimde ekonomide arzulanan canlanma ve istihdam artışı sağlanamadı. Kayırılmış sektöre kaynak aktarmak uğruna 2018 yılında 84 milyar dolar olan brüt döviz rezervi temmuz 2020 sonunda 50 milyar dolara geriledi.
Genişlemeci maliye politikasında harcamamalarda yanlışlıklar üst üste gelince kısa erimde istenilen başarı elde edilemedi. Üstelik bu politikanın sonucunda bütçe açığını/GSYH’ye oranı son 15 yılın en üst noktasına çıkarak %6.2 oldu. Sonuç olarak cari açığın yeniden artmaya başladığını da düşündüğümüzde Türkiye yeniden ikiz açık ile karşı karşıya, yani cari açık ve bütçe açığı.
Bu gidişi tersine çevirmek için kısa erimde TCMB politika faiz oranını yeniden reel olarak pozitif orana çekmeli. Uzun erim de yapılması gerekenler için makale değil kitap yazmak gerekir. Ancak şunu söyleyelim kurumsal yapı değişmeden, verimlilik düzeyi artmadan yaşadığımız kısır döngüden çıkmak mümkün değil. Verimlilik artışı için eğitim politikasını değiştirmek mecburiyetindeyiz. Olur mu?