Dolar

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Dolar güçlensin veya zayıflasın, bollaşsın veya piyasada fazla dolar kalmasın istendiği zamanlarda basit bir kararla bu sonuçları sağlamak mümkün değil. Dolar, ekonomik sisteme de, uluslararası siyasal iktisada da önemli ölçüde içsel. Bu hem burada böyle hem de küresel açıdan böyle. Dolar 1971’den beri altına veya başka bir standarda bağlı değil. Güvene, ABD ekonomisinin gücüne ve Fed bilançosunun varlık kalitesine dayalı bir para. Ama para arzı artsa da, Fed bilançosu genişlese de –Lehman sonrasında –pandemi genişlemesi dâhil edilince- 9 katına çıktı- dolar diğer paralara karşı değeri dalgalansa da rezerv para olmaya devam ediyor. Elbette diğer büyük merkez bankalarının bilançoları da fazla genişledi. Ne olursa olsun doların rezerv para olmayacağı bir dünya ekonomisi henüz ufukta görünmüyor.     

Euro, 1 Ocak 1999’da eski Avrupa muhasebe para birimi ECU’nun yerini aldı ve çıktığı gün dolara karşı değeri 1,174 idi. Tepe noktasında 1 Euro 1,604 dolardan değişildi (18 Temmuz 2008) ve dip noktasıysa 0.825 idi (26 Ekim 2000). Sağlam para birimleri olarak görülüyorlar ama birbirlerine karşı değerleri çok geniş bir bantta dalgalanmış. Üstelik günlük tarihi volatiliteleri hayli yüksekti ve uzun yıllar dolar-TL oynaklığının asıl nedeni Euro-dolar oynaklığı idi. Uzun yıllardan beri artık öyle değil. TL kendi risk priminin dalgalanması yüzünden 2013 ‘stresli yazından’ beri hem diğer gelişen ülke paralarına göre hem de sepete karşı değer kaybediyor. Üstelik oynaklığı da yükseldi.

Doların diğer para birimleri karşısındaki değerinden başlayalım. Fed Başkanı Paul Volcker’in adıyla anılan ABD deflasyonu –1980 Haziran, gecelik faiz yüzde 20, şu an sıfır civarında- doların değerini aşırı yükseltmişti. Diğer büyük ekonomiler gevşek para politikası uygularken ABD’de faizler yüksekti. Dolar İngiliz pounduna eşit hale geldi ve ABD’li öğrenciler ucuzlayan Oxford, Cambridge ve LSE’ye akın ettiler. Yüksek faiz Avrupa’dan ABD tahvillerine büyük talep yarattı. Sonunda 1985’te Plaza otelinde, New York, anlaşma yapıldı ve ortak müdahaleyle –ABD, İngiltere, Fransa, Batı Almanya- doların değeri düşürüldü. Marka karşı dört ayda yüzde 35 düşüş yaşandı.

İkinci dönem 1995-2000 arası “yeni ekonomi”, teknoloji hisseleri, verimlilik artışı gibi nedenlerle ABD borsalarına hücum dönemiydi. Hisse senedi fiyatları aşırı yükseldi ve sermaye piyasalarındaki “balon” beş yıl sürdü. 2003 yılında balon sönmüş, ABD’deki 2001 durgunluğu çoktan başlamış, kulelere uçaklar çarpmış, Fed faizi 13 defa arka arkaya indirilerek önlem alınmaya çalışılmış, yetmedi askeri harcamalar artırılmış, Irak işgali gerçekleştirilmişti. O zamanlar IMF baş ekonomisti olan Ken Rogoff şunları yazmıştı: “Ama nedenleri ne olursa olsun ki bu nedenlerin karmaşık olduğu kabul edilmektedir, dünyanın en zengin ülkesinin dünyanın açık ara en borçlu ülkesi olması –net dış âlem borcu 2 trilyon dolar- biraz çılgınca görünmüyor mu? Romalılar kıskanırlardı: İmparatorluklarının yayıldığı ülkelerden vergi toplamak için bir sürü sıkıntıya girmişlerdi. Oysaki dünya ABD’ye kendiliğinden para veriyor.” (Kenneth Rogoff, “The Debtor’s Empire”, The Washington Post, 20 Ekim 2003, Editorial, sayfa 23).

Yıllarca ABD ithal etti, dünya ihraç etti –özellikle Çin. Bu dönem 2008’de kapandı. Kapandı ama son 13-14 senede pandemi öncesinde radikal bir değişim olmadı. Ne ekonomi kuramındaki fikirler anlamında ne de gerçek ekonomilerde büyük bir dönüşüm gerçekleşti. Evet, ayak sesleri duyuluyor, öncü teknolojilerin zorlamasıyla yatırılmış sermayenin değersizleşme süreci, iş sürecinin değişimi hız kazanabilir. Ancak yavaş ve kontrollü bir gidişat öngörülüyor gibi. Bu durum belirginleştiğinde rezerv parada dijitalleşme gibi –yine merkez bankalarının kontrolünde- bir gelişme olabilir. Ancak döviz kazanmakta, yani rekabet etmekte, zorlanan ekonomilerin dolarla veya genel olarak küresel rezerv parayla imtihanı her durumda devam edecek. Küçük açık ekonomilerin merkez bankalarının ufak dokunuşlarının ne gibi sonuçlar vereceği her zaman tartışılacak.

Tüm yazılarını göster