Kabul etmek lazım ki, hâlâ ve hâlâ ABD dolarının Dünya ekonomileri üzerindeki hakimiyeti sürüyor. Keynes’in meşhur 1944 Bretton Woods toplantısında önerdiği küresel para birimi (Bancor) kabul edilseydi, bugünkü Dünya ekonomik düzeni çok daha farklı olacaktı. Ancak 2. Dünya Savaşı’ndan mutlak zaferle çıkmış ve o gün Sovyetler dışında neredeyse Dünyanın tek hakimi konumundaki ABD’nin bastırmasıyla Bancor küresel bir para birimi olarak kabul edilmedi ve bunun yerine dünya ticaretinde ABD dolarının hakimiyeti benimsendi.
Bu durumun gerek ekonomik, gerekse de siyasal pek çok sonucu oldu ve olmakta. Öncelikle doların hakimiyeti, ABD'nin sürekli ticaret açıkları vermesine imkan sağlıyor çünkü ABD istediği zaman ithalatını finanse etmek için gereken parayı basma imkanına sahip. Ancak zaten Çin gibi ticaret fazlası veren ülkeler bu dolar fazlalarını ABD varlıklarına yatırmak zorunda kalıyorlar. Bu da çoğu zaman ABD’nin fazla para basmasına gerek bırakmıyor. Cari açığı finansman hesabından giren dolarlarla dengeleniyor.
Dolar rezerv para olduğu için kendi parası rezerv para (“hard currency”) olmayan ülkeler döviz kurlarını dengede tutmak amacıyla döviz rezervi bulundurmak zorunda kalıyorlar. Böylece hem cari fazla veren iç tüketimi göreceli düşük Çin gibi ülkeler, hem de Türkiye gibi iç tüketimi yüksek ve kronik cari açık veren ülkeler, dolar rezervi bulundurmak zorunda kalıyorlar. Diğer bir ifadeyle, zaten zengin olan bir ülkeyi o ülkenin parasını rezerv olarak tutarak daha da ihya etmiş oluyorlar. Son yıllarda bu dolar rezervi konusu çok gündem teşkil etse de ve bizimki dahil pek çok merkez bankası altın gibi alternatif varlıklara yatırım yapsalar da merkez bankalarındaki dolar hakimiyeti sürüyor. Halihazırda dünyadaki merkez bankalarının toplam rezervlerinin yüzde 60’a yakını dolarda. (Bu oran 90’lı yıllarda yüzde 70 civarlarındaydı.)
Doğrudan veya dolaylı olarak (bir sabit kur veya para kurulu rejimi altında) dolar kullanan ülkeler ister istemez Fed’in politikalarından daha çok etkilenmek durumunda kalıyorlar. Halbuki, Fed’in aldığı kararlar tamamen ABD ekonomisinin gidişatına yönelik kararlar. Örneğin enflasyon riskinden dolayı faizleri sıkılaştırıp dolar arzını azaltması ABD için doğru karar olabilir, ancak aynı zaman diliminde resesyon yaşayan bir başka dolar bağımlısı ülke için hiç de istenen bir karar olmayabilir. Bu dolar bağımlısı ülkeler grubuna Türkiye gibi yüksek oranda dolarize olmuş ülkeleri de dahil edebiliriz. Bu nedenle Türkiye’de herhangi bir stabilizasyon programında döviz rezervlerini artırmak en önemli kriterlerden bir haline geliyor. Üstelik Türkiye hem aktif, hem de pasif tarafında dolarize olmuş bir ülke. Alınan doğru kararlarla mevduattaki döviz oranı son 1.5 senede azalmış olsa da, halen toplam mevduatın yüzde 34’ünü teşkil ediyor. Bu rakama bir açıdan bakıldığında döviz, diğer bir açıdan bakıldığında TL gibi sayılacak olan KKM’ler dahil değil. Zaten piyasalardaki normalizasyon süreci ile birlikte bu enstruman da tamamen kaldırılıyor.
Tabii, mevduatta olduğu gibi kredilerde de dolar sevgisinden bahsedebiliriz. Halihazırda 168 milyar dolarla toplam yurtiçi kredilerin yüzde 37 kadarı döviz kredisi. Tabii, bunun ötesinde özel sektörün ve Hazine’nin yurtdışından sağladıkları krediler var. Bunların toplamı da 2024’ün 3. Çeyreği itibarıyle 526 milyar dolar. Sonuçta ekonomiyi ciddi şekilde etkileyecek büyüklüklerden bahsediyoruz, ve bunların maliyeti/getirisi büyük ölçüde bizim tarafımızdan değil, ABD tarafından belirleniyor. En basitinden, ABD faizleri yüzde 1 arttırdığında dövizle borçlananlar yılda yaklaşık 7 milyar dolar daha fazla faiz ödemek durumunda kalıyorlar. Dış borç faiz ödemelerindeki artış nedeniyle de cari açığımız artıyor.
Tüm bu sebeplerden dolayı ABD faizlerinin seviyesi ve gidişatı bizim için önemli. Bilindiği gibi Fed oldukça canlı gelmeye devam eden üretim, büyüme ve istihdam verileri karşısında faiz indirim sürecini bir müddet beklemeye aldığını ifade etmişti. Bu nedenle dün gelen Aralık ayı enflasyon verileri büyük önem taşıyordu. Neticede gelen 12 aylık veriler manşet TÜFE’de yüzde 2.9 ile beklenenin biraz üzerinde, çekirdek enflasyonda ise yüzde 3.2 ile beklenenin biraz altında. Kısaca, enflasyon gidişatı iyi gözükmekle birlikte henüz bir faiz indirim kararına varmak için erken. Bu şartlar altında 29 Ocak’taki toplantıda Fed’in pas geçeceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Fed’i beklemede bırakacak bir gelişme de Trump’ın uygulamada pek kararlı olduğu gümrük vergilerinin oranı, kapsamı ve etkisi olacak.