İsviçreli psikiyatrist Carl Jung (1875-1961) ‘doğru soruyu sormak problemin yarısını çözmektir’ demiş. Her gün yeni meselelerin ortaya çıktığı ve mevcut çözümlerin eskidiği günümüzde, bu söz daha da geçerli. Peki, doğru soruları nasıl soralım?
Dilerseniz önce ‘doğru soru’nun özelliklerini tarif edelim. Mesela, önemli ve ilgi çekici konuları ele almak. Mesela, derinlikli düşünmeyi tetiklemek. Mesela, durum tespitinin ötesine geçip çözüm üretmeye teşvik etmek. Elbette açık, net ve nazik olmak…
Bu prensiplerde çoğumuz mutabık kalabiliriz. Peki, neden yeterince doğru sorular soramıyoruz? Bence kabahat hem soranla hem cevaplayanda...
En önemli sebep meraksızlık. Yöneticiler çalışanlarının ne düşündüğünü aslında merak etmiyorlar. Sorularının çoğunu günlük operasyonel meseleleri halletmek, adet yerini bulsun diye işletilen süreçleri tamamlamak veya kendi görüşlerinin teyidini sağlamak amacıyla soruyor. Mesela, evet/ hayır diye cevaplabilecek sorular operasyonlar için elzem, ancak derinlikli müzakere için yanlış. Mesela, genellemeci sorular yıllık performans görüşmesini savmanızı sağlar ama pek bir işe yaramaz. Mesela, ‘sence projen başarısız oldu mu?’ gibi yönlendirici sorular, muhatabınızı savunmaya sokar ve bir sağırlar diyaloguna yol açar.
Tabii bir de madalyonun diğer yüzü var: cevap kalitesi. Bazen net ve spesifik sorulara muğlak ve uzun yanıtlar veriliyor. ‘Şu doküman gitti mi?’ sorusunun üç cümle, yirmi beş kelimelik bir cevabı olamaz. Nitekim Amazon’un kurucusu Jeff Bezos bu tip sorularına dört tip cevaptan birini bekliyormuş: evet, hayır, bir sayı veya ‘bilmiyorum’. Bazen tahmin sorularına temennilerle dolu yanıtlar veriliyor. Ve en sık karşılaşılan (beni de en rahatsız eden) durum: çözüm arayışlarına uzun uzun durum tespitiyle yanıt verip, ‘en doğru yaklaşım belirlenmelidir’ ile kapanışı yapmak. Bu seviyede cevaplar, doğal olarak doğru soruları da tetiklemiyor.
Peki, doğru soruları nasıl sormalıyız?
Birincisi, duruma göre uygun soruyu sorun. Net cevap istiyorsanız spesifik, müzakere etmek istiyorsanız, açık uçlu soru.
İkincisi, açık uçlu sorularda varsayım yapmayın. ‘Yeni görevin zor mu?’ ile ‘yeni görevin nasıl gidiyor?’ arasında dağlar kadar fark vardır.
Üçüncüsü, kısa ve net sorular sorun. Önce uzun uzun kendi cevabınızı verip, ‘sen de böyle mi düşünüyorsun?’ ya da ‘değil mi?’ diyorsanız aslında öğrenmeye değil muhatabınızı ikna etmeye çalışıyorsunuzdur. Unutmayın, konuşacak olan siz değil, karşınızdaki kişi.
Dördüncüsü, söylenenin üzerine yeni sorular inşa edin. Bu hem muhatabınızın kendisini daha iyi ifade etmesine yol açar hem de onu dinlediğinizi gösterir. Üstelik bu sayede sorularınızı doğru sıralamayla sorma imkânınız da olacaktır. Bunu yaparken elinizdeki ‘soru listenizden’ sapmanız gerekebilir – merak etmeyin. Bir sorgu robotu değil, anlamaya çalışan bir insansınız.
En önemlisi, merak edin. Karşınızdaki kişinin görüşünü merak etmiyorsanız o soruyu sormayın. Zira samimiyet en hızlı fark edilen özelliktir.
Unutmayalım, ‘cevaplar geçicidir, ancak doğru sorular sonsuzdur’ (Anonim).