Türk lirası cinsinden fiyatlanan varlıklara dair yorum yaparken son zamanlarda, özellikle de 1-2 yıllık dilimde, genellikle global konjonktür ile makasın açıldığı bir süreç söz konusuydu. Farklı varlık grupları nezdinde etkileşim aynı olmasa da ana temanın bu eksende gerçekleşmesi gün sonunda algının erozyona uğramasına ve toparlanmanın zamana yayılmasına neden oluyordu. Oysaki uzun bir aranın ardından ilk kez piyasa işlemcileri ile genel yaklaşımın aynı noktada buluştuğu bir eksenden söz ediyoruz. Ancak, bu kez de oyunu tek başımıza çevirmenin mümkün olmadığı bir döneme denk geldik. Gelin hikayeyi biraz daha detaylandırmaya çalışalım.
Cümleye neresinden başlamanın çok da önemli olmadığı, olabildiğince ana temayı kısa sürede sunmak zorunda olduğumuz bir konudan bahsediyoruz. O nedenle en sonda söyleyeceğimizi hikayenin başında belirtmekte fayda var: Son 1 haftalık dilimde yerel varlıkların genel algı toparlanmasına olumlu yönde katkı sağlayacak gelişmeler söz konusu. İsterseniz bu gelişmelerin tanımlamasını “normalleşme” ifadesi altında toparlayın, isterseniz de “tartışmalı adımlardan geri dönüş” yorumunu yapın. Öyle ya da böyle gün sonunda 1>0’dır mantığı ile yaklaşmanın zarardan çok fayda sağlayacağı bir noktada olduğumuz su götürmez bir gerçek.
Süreç, TCMB’nin sürpriz diye nitelendirdiğimiz politika faizi artırımı hamlesi ile başladı. Neden sürpriz? Zira bu yönde herhangi bir piyasa yönlendirmesi yapılmamıştı. Kritik nokta şurası: TL borçlanmanın maliyeti bir şekilde artırılacak, liranın dengeye oturması ve finansal piyasalardaki oynaklığın azaltılması için hamle gelecek. Bu kısımda hemen hemen herkes hemfikir olmasına rağmen hamlenin farklı enstrümanların kullanılması ile gelmesine daha yüksek olasılık tanınıyordu. Ne gibi? Faiz koridorunun genişletilmesi ve/ veya GLP’nin artırılması seçeneklerini söylemek mümkün. Öyle olmadı. Doğrusu da buydu. TCMB, Mayıs 2018’de açıkladığı kendi sadeleşme yol haritasına sadık kaldı. 200bp’lık faiz artışının boyutu üzerine tartışmak elbette mümkün. Ancak, tercih edilen adımın algı boyutunu da belirtmek gerekiyor.
Gelelim esas “oyun değiştirici” hamlelerin sahibi BDDK’ya. Çok önemli iki adım atıldı. Birisi beklenen, birisi beklenmeyen ama “keşke olsa, gayet de güzel olur” dediğimiz başlıktı. Herkesin beklentilerini yönlendirdiği meşhur Aktif Rasyo (AR) başlığından hamle gelmesi beklenirken BDDK 25 Eylül tarihinde bankaların türev işlemlerine dair kısıtlamalarında gevşemeye gidildiğini açıkladı. Yani, swap işlemlerinde rahatlama sağlandı. En önemli ayrıntı ise vadede TL alım işlemlerindeki limitin yüzden 1’den yüzde 10’a yükseltilmesi oldu. İkinci karar ise AR formülündeki yüzde 95’lik alt sınırın 5 puan indirilmesi üzerinden geldi. Özellikle swap işlemleri başlığındaki BDDK kararını yabancı yatırımcı işlemlerindeki azalış ve portföy yatırımlarındaki 14 milyar dolarlık çıkışın olduğu ortamda orta-uzun vade algı toparlanması açısından önemsemek gerektiği kanaatindeyim. Evet, geri dönüş zaman alacak ve fakat bu durum kararın ne denli yerinde olduğunu değiştirmeyecek.
Farklı önemli gelişmeler de söz konusu. Örneğin, Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) yabancı para cinsinden borçlanmaya çıkacağına dair haber akışını takip ettik. Beklenti, 2020 yılı içerisinde sürecin tamamlanması. Uzun bir süredir Türkiye’nin bu denli bir adım atmayı tercih etmediğini düşünecek ve son dönem gelişmelerini de hesaba katacak olursak “sanki bir şeyler değişiyor” demenin mümkün olduğu noktadayız yorumu yapmak yanlış olmayacak gibi duruyor. Keza TL mevduatlardaki stopaj indirimi. Kasım ayında yaklaşık 2 yıl sonra ilk kez 10 yıl vadeli benchmark için ihraca çıkılacak ve tüm bu gelişmelerin ardından algının testi açısından kritik önemde olacak.
Handikapımız ise 2 Ekim itibarıyla 55 gün kalan ABD başkanlık seçimleri ve dışarıdaki fiyatlama algısının değişme ihtimali.