“Korunan alanlar gıdaya, temiz suya, dengeli bir iklime sahip olabilmek için en değerli müttefiklerimiz. Ev sahipliği yaptıkları biyoçeşitlilik ile yaşam destek sistemlerimiz. Bir başka deyişle geleceğimizin sigortası” diyor WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli ve şöyle devam ediyor: “Gıda, ilaç, iklim, temiz su, tozlaşma, rekreasyon gibi doğanın insana her yıl sunduğu hizmetlerin küresel ekonomik değeri 125-140 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor; ama doğanın sunduğu bu hizmetler ekonomik bilançolarda yer almıyor. Yatırımların doğaya zarar vermesini önlemenin ya da doğayı korumanın maliyeti ise doğayı geri kazanmak için çıkacak faturadan çok daha düşük oluyor.”
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) tarafından yayınlanan “Korumazsak Kaybederiz: Sürdürülebilir Bir Türkiye İçin Korunan Alanlar Hedef: 2030’a Kadar %30” başlıklı rapor da, Türkiye’de daha fazla sayıda ve daha geniş alana sahip bir korunan alanlar ağının oluşturulması ve daha güçlü, daha iyi korunan bir yönetim gerçekleştirilmesinin önemini vurguluyor. Rapor, Türkiye için halihazırda yüzde 11 olarak açıklanan karasal ve yüzde 4 olan denizel korunan alanların 2030’a dek yüzde 30’a çıkarılması çağrısını yapıyor.
“Korunan alanlarımızı artırmak dünyanın gündemine iyice oturan ‘yeşil iyileşmenin’ de anahtarı” Aslı Pasinli ile, sürdürülebilir bir gelecek için atılması gereken acil adımları konuştuk:
Kaybettiklerimizle birlikte insanlığın geleceği de risk altında
“Dünya Ekonomik Forumu’na göre insanlığın karşı karşıya bulunduğu en önemli beş risk doğayla ilgili. Doğayla ilişkimizin bozulmasının sonuçlarını pandemi ile bizzat yaşadık. COVID-19, bizim için önemli bir uyarı. WWF Yaşayan Gezegen Raporu son elli yılda omurgalı tür popülasyonlarının yüzde 68 azaldığını ortaya koyuyor. Gösterilen çabalar doğadaki yok oluş sürecini biraz frenlese de kayıp eğilimini tersine çevirmeye yetmedi. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi kapsamında 2010 yılında kabul edilen Korunan alanların, karasal ekosistemlerde yüzde 17, deniz ve kıyılarda yüzde 10’a çıkarılmasını öngören dünya genelindeki 2020 hedefl erine (Aichi Hedefl eri) erişemedik.
Kaybettiklerimizle birlikte insanlığın geleceği de risk altında. Önümüzdeki on yılda göstereceğimiz performans yüzyılları şekillendirecek.”
Kısa vadeli ekonomik beklentiler koruma amacını engelliyor
“Halihazırda korunan alanlarımızda amaç dışı kullanımların olumsuz sonuçları ile karşı karşıyayız. Yapılan yasal değişikliklerle değerli koruma alanlarında kısa vadeli ekonomik beklentilerin önü açılıyor ve bu da koruma amacını engelliyor. Maden Yasası’nda yapılan değişiklikler Milli Parklar, Özel Çevre Koruma Bölgeleri, sit alanları, su havzaları ve kıyı havzalarını da madencilik faaliyetlerine açıyor. Turizm Teşvik Yasası ve Milli Parklar Kanunu’ndaki değişiklikler turizm bölgeleri dışında kalan milli park ve korunan alanlarda turizm yatırımlarına, turistik amaçlı bina ve tesis yapımına izin veriyor. Yine korunan alanların tespit, tescil ve onayına ilişkin usul ve esaslara dair yönetmelikte yapılan son değişikliklerle, nitelikli koruma alanlarında balıkçı barınakları, iskeleler, entegre tesisler yapılmasına, yerleşimler kurulmasına ve hatta madencilik faaliyetlerine izin veriliyor. Son yıllarda korunan alanlarımızın niceliksel artışı olumlu ancak benzeri statü değişiklikleri olumlu gidişatı malesef gölgede bırakıyor.”
İş dünyasında paradigma değişimi belirleyici olacak
“Çevre ve Şehircilik Bakanımızın cumhuriyetimizin 100’üncü yılında korunan alanlarımızın yüzde 17’ye çıkartılması yönündeki açıklamaları, 2030’da yüzde 30 gibi iddialı bir hedef için gerekli iradenin var olduğunu gösteriyor. Bu çaba bugünün ihtiyaçlarına uygun; kurumlar arasında eşgüdümü zorlaştıran mevzuat ve yetki çeşitliliğini ortadan kaldıracak; kamu, STK, bilim dünyası arasında işbirliğini güçlendirecek; uluslararası sözleşmelere, güncel yaklaşımlara dayanan yeni bir çerçeve doğa koruma yasası ile desteklenmeli. Yanı sıra, korunan alanlarda statü değişikliklerinden kaçınılması; daha etkin denetim, koruma ve yönetim sağlanması; daha güçlü mali ve idari olanaklara ve personele sahip alan bazlı yeni bir yapılanmanın gerçekleştirilmesi de kritik. Hiç şüphesiz, yakın gelecekte nasıl bir dünyada yaşayacağımızı bireylerin ve hükümetlerin çabaları kadar, iş dünyasının sergileyeceği paradigma değişimi belirleyecek.”
MARMARA’YI KAYBETMEMEK İÇİN BİLİMSEL KURUL ŞART
“Ocak ayında başlayan ve hala devam eden deniz salyası (müsilaj) ilk kez bu boyutlara ulaştı. Kirlilik ve iklim krizine bağlı olarak artan deniz suyu sıcaklığının müsilajı tetiklemiş olduğu düşünülüyor. Mikroorganizmalar denizde uygun ortam bulduklarında aşırı artıyor, besin ekabetie gierek denie salgılarını bırakıyor. Müsilaj, denizde 5-30 metrelik bir derinliğe yayılıyor, zamanla dibe çökerek deniz canlılarının yaşamsal işlevlerini engelliyor. Marmara’yı kaybetme noktasından geri dönüş için br bilimsel kurul oluşturulması ve eylem planının hazırlanarak acilen devreye sokulması gerekiyor. Kök sebepleri ortadan kaldıracak çözümlerin ortaya konması ve uygulanması için kurumlar arası koordinasyon şart.
Çevre Mühendisleri Odası’nın da dile getirmiş olduğu mevcut ön arıtma tesislerinin ivedilikle ileri byolojik atıksu arıtma tesislerine çevrilmesi talebi hiç vakit kaybetmeksizin hayata geçirilmeli.”
DOĞAYA YAPILACAK 2,7 TRİLYON DOLAR YATIRIM 10 TRİLYON GETİRİ, 395 MİLYON İSTİHDAM DEMEK
“Öngörüler dünya genelinde 2030 yılına kadar yapılacak 2,7 trilyon dolar tutarındaki doğa dostu yatırım ve teşvik ile 10 trilyon dolar getiri ve 395 milyon istihdam yaratılabileceğini söylüyor. Yenilenebilir enerji yatırımları ve doğa dostu yatırımlar ile istihdam yüzde 35 oranında artırılabilir. Tüm dünya ile birlikte ülkemizin de önünde doğa kayıplarını önleme, iklim krizinin yarattığı kırılganlıkla baş etme ve sürdürülebilir gıdaya erişim sağlama konusunda tarihi bir fırsat bulunuyor.”