“Sanayi politikası” deyince genelde imalat sanayiini destekleyecek kamu politikalarından bahsediyoruz. Bu konuda, ülkemizde 5 yıllık kalkınma planları sürecinde yazılan birçok kıymetli özel ihtisas komisyonu raporunu da içeren geniş bir literatür bulunuyor. Eskiden sanayi politikası gerçekten üretimle ilgiliydi. Ancak bu ilişki küresel ekonominin yapısı nedeniyle gittikçe kayboluyor. Daha geniş düşünmek gerekiyor. Mesela, dizi çekimini destekleyerek sanayi politikası olur mu? Gelin bakalım.
Sanayi politikası lafının İngilizcesi “industrial policy.” Buradaki “industry” kelimesinin kökünü araştırmak için American Heritage Dictionary of Indo-Eurpean Roots isimli esere baktım. In-dustry kelimesindeki “in” kökü “mükemmel” manasında. “dustry” kısmının geldiği kök ise “bir şeyi yaymak” anlamına geliyor. Yani bu kelimenin “mükemmeliği yaymak” gibi bir anlamı var. Gerçek kullanımda ise “industry” kelimesi hem “imalat sanayii” demek hem de herhangi bir sektör veya piyasa anlamında da kullanılıyor. Dolayısıyla "sanayi politikası”nın İngilizcesi aslında bizim anladığımız manada “imalat sanayii” ile ilgili değil. Herhangi bir sektördeki ekonomik faaliyetleri mükemmelleştirecek kamu politikalarının genel çerçevesi diyebiliriz.
Değerli hocam, Harvard Üniversitesi’nden Dani Rodrik’in son araştırmalarına göre dünyada sanayisinin gücüyle bilinen ülkelerde imalat sanayiinin toplam katma değerdeki payı yükselse veya sabit kalsa da istihdamdaki payı giderek azalıyor. Mesela, imalat sanayiinin Güney Kore’de 1990 yılında %20 olan katma değerdeki payı, bugün %30’a çıkarken istihdamdaki payı %30’lardan %20’ye gerilemiş. Japonya’da bu sektörün katma değerdeki payı %20’lerde seyretmeye devam ederken, istihdamdaki payı aynı dönemde %25’ten %15’e düşmüş. Meksika’da da imalat sanayiinin istihdamdaki payı %20’lerden %15’lere gerilemiş. Bizde Gümrük Birliği sonrası 2000’lerde %20’lerin üstüne çıkan bu oran, bugünlerde %17’lere kadar düşmüş. İmalat sanayii firmaları dünya çapında rekabet ediyor. Dolayısıyla rekabet gücü yüksek firmalar, küresel olarak azami verimlilik seviyesine yakınsıyor. Rodrik’in bulguları, bu seviyedeki birkaç firmanın her ülkenin imalat sanayiini sürüklediğini, ancak teknolojik dönüşümle küresel verimlilik sınırı yükseldikçe bunların giderek daha az istihdam sağladığını ortaya koyuyor.
Eskiden dünyada orta sınıfın belkemiğini oluşturan, “iyi” bir işe sahip olan kesim imalat sanayiinde çalışan işçilerdi. Bugün imalat sanayiinin bu kadar geniş bir nüfusa istihdam sağlaması mümkün değil. Demek ki, orta sınıfımızı korumak için hizmet sektöründeki dinamiklere de bakmamız gerekiyor. O yüzden “sanayi politikası” deyince sadece imalat sanayiini anlamamak lâzım.
Öyleyse, memlekette işsizlik sorununu dizi çekerek mi çözelim? İstatistiklere bakınca fena fikir değilmiş gibi duruyor. Dizi çekiminin ne kadar emek yoğun bir iş olduğunu merak ediyorsanız, İstanbul’da artık her mahallede karşınıza çıkabilecek bir dizi setine uğramanızı öneririm. Sıra sıra dizilmiş karavanların arasında yüzlerce çalışana rastlayabilirsiniz. Dizi çekiminde her birinin bir işi var. Buna dizide kullanılan kıyafetlerin tasarımı ve dikilmesinden, dizi çekildikten sonra yapılacak post-prodüksiyon işlerine, oradan reklamcılığa uzanan diğer sektörleri de ilave edin. Örneğin, danışmanlık şirketi Deloitte tarafından “yaratıcı endüstriler” şeklinde kategorize edilen bu sektör, Güney Kore’de istihdamın %4’ünü sağlıyormuş. Zaten Güney Kore, bu işi son 10 yıldır bir kamu politikası haline getirmiş durumda. Netflix’te sürekli bir Güney Kore dizisinin dünya çapında hit olması tesadüf değil.
Türk dizilerinin ne kadar başarılı olduğunu anlatmama gerek yok. Artık doğrudan dış pazar için çekilen dizilerimiz bile var. Biz çoğunu görmüyoruz, bilmiyoruz. Ancak bu prodüksiyonlar dünyaya pazarlanıyor. Yine Deloitte’a göre, Türkiye’de yaratıcı ekonominin toplam istihdamdaki payı hâlâ %2 civarında. Bu payın 2030’da %3’e çıkması bekleniyormuş. Bence doğru “sanayi politikaları” ile daha da yukarı çıkabilir. Peki, elimizdeki politika araçları neler? İhracat desteklerimiz 1980’lerde çorap satışını artırmaya yönelik tasarlandığı için bence DNA’sı bu işe uygun değil. Kaldı ki, yaratıcı endüstrilerde iç ve dış pazarı beraber düşünmek lâzım. Örneğin, Fransızlar televizyon kanallarına “yerel içerik zorunlulukları” getirmişler. Bence, bizde içerik zaten kendiliğinden bol. En azından İstanbul’da ne kadar çok dizi seti kurulduğuna bakarak bunu çıplak gözle görebiliriz. Yapımcılara sorarsanız, en büyük mesele yetişmiş işgücü bulabilmek. Bu açıdan en kritik rekabet avantajı, ihtiyaç olduğunda iyi işgücünü hızla mobilize edebilmek. Dizi sektörünü desteklemeye aktif işgücü politikaları ile başlayabiliriz. Dizi işi, sanayi politikalarının nasıl genişletilebileceği ve aşılması gereken kısıtlara yönelik nasıl kamu politikaları geliştirilebileceğiyle ilgili güzel bir model olabilir.