Bu haftanın en güzel haberi Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James A. Robinson’un birlikte aldıkları Nobel Ekonomi ödülü oldu. Daron Acemoğlu ile birlikte Nobel kazanan Türk Vatandaşlarının sayısı böylece 3’e yükseldi. Ne büyük gurur.
Daron Hoca ödülü beraber aldıkları hocalarla uzun zamandan bu yana Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun nedenleri üzerine araştırmalar yapıyor. Bunları makaleler yoluyla istatistiki olarak incelemekle kalmıyor aynı zamanda herkesin anlayabileceği bir dille kitaplaştırarak ‘Neden Bazı Ülkeler Zenginleşirken Diğerlerinin Yoksul Kaldıklarını’ birçok açıdan irdeliyorlar.
Bu çalışmalarda konu edilen aslında büyümeden ziyade ‘kalkınma’.
İktisadi Büyüme ve Kalkınma her ne kadar çokça biri diğerinin yerine kullanılsa da aynı kavramlar değil.
Büyüme dediğimizde bir ülkede, bir yıldan diğerine üretilen mal ve hizmetlerden dolayı oluşan katma değere ilişkin standart bir ölçüyü anlarız. Basitçe; ülke ekonomisinin fiziksel üretiminin artması ya da buna eşit olarak fiziksel harcamalarının artması da aynı anlama gelir.
Ülkeler belirli dönemlerde büyüme gösterebilir. Hatta bunu sağlamak görece kolaydır da. Örneğin küçük bir ülkede bir havaalanı inşaatı o ülke için büyümeyi biranda yukarı çeker.
Ancak kalkınma dediğimizde konu farklılaşır. Büyümenin sürdürülebilir olması yanında, toplumun refahının artması, üretimde kullanılan teknolojilerin gelişmesi, iktisadi yapının değişmesi, ülkede yaşayanların toplam hasıladan aldıkları payın artması, eğitimin, sağlığın kalitesinin yükselmesi, hukukun herkes için eşit olması, ülkede adaletin hakim olması, kurumların kişilerden bağımsız kurumsal yapı içinde işleyişi, toplumsal kararlara katılım, bilimin gelişmesi ve yeni bilgi üretimi, akademik özgürlük, bireysel hak ve özgürlüklerin gelişmesi, ifade özgürlüğünün garanti altına alınması, mülkiyet hakkının korunması ile kalkınma gelir.
Kalkınan ülkelerde verimlilik artışı olur. Uluslararası rekabet avantajı yaratan sektörler gelişir. Nitelikli istihdam yaratılır. Bilim ve bilgi, dogmanın yerini alır. Kadercilikten akılcılığa bir geçiş yaşanmıştır bu ülkelerde. Çoğulcu demokrasi ise bu kazanımları korur ve geliştirir.
Bugün görünen bir yıldan diğerine büyüme gerçekleştiren ülkelerden ancak çok azının kalkınmayı başardığıdır.
Büyümeden kalkınmaya geçmek uzun dönemli çaba gerektirdiği ve ancak belki de nesiller sonrasında görülebildiği için politika yapıcılar kısa dönemli görünen hedeflere odaklanır.
O nedenle ‘büyüme’ politikacılar açısından caziptir. Bunu halka kolay satarlar. Kalkınma uzun, meşakkatli ve güç paylaşımı da gerektirdiği için çoklukla ihmal edilir.
Burada görev toplumu oluşturan bireylere düşer. Kalkınmayı zorlayan, politikacıları kalkınma yolunda karar almaya yönlendiren halkın bilinci ve tercihleridir.
Daron Acemoğlu ve James A. Robinson çok ses getiren ‘Ulusların Düşüşü’ isimli kitaplarında Kapsayıcı Ekonomik Kurumlar ve Sömürücü Ekonomik Kurumlardan (Dışlayıcı) bahsediyorlar.
Yazarlara göre ‘Kapsayıcı Ekonomik Kurumlar’; insanların hem yeteneklerine en uygun mesleklerde çalışma özgürlüğü sunan hem de bunu yapabilmeleri için eşit şartlar sağlayan kapsayıcı piyasalar yaratır. İyi fikirleri olanlar iş kurabilir, işçiler daha verimli çalışabilecekleri faaliyetlere yönelebilir, daha verimli olan şirketler daha az verimli olanların yerini alabilir. Kapsayıcı ekonomik kurumlar refahın iki lokomotifine daha zemin hazırlarlar: Teknoloji ve Eğitim.
Bunun tam tersi ise ‘Sömürücü Ekonomik Kurumlar’.
Yazarlar; yeterince merkezileşmiş ve çoğulcu siyasi kurumları ‘Kapsayıcı Siyasal Kurumlar’ olarak adlandırırken, bu koşulların ikisini de sağlayamayan kurumları ‘Sömürücü Siyasal Kurumlar’ olarak adlandırıyorlar ve Ekonomik ve Siyasal Kurumlar arasında güçlü bir olduğundan bahsediyorlar.
Yazarlara göre; Sömürücü Siyasal Kurumlarda güç dar bir elitin elinde yoğunlaşır ve bu elitler ellerinde tuttukları gücü tüm şiddetiyle uygulamak isterler. O nedenle bu gücün uygulanması kısıtlamalar ya yoktur ya da çok azdır.
Ekonomik kurumlar da bahsi geçen elit grup tarafından toplumun geri kalanının sömürülmesi için yapılandırılır. Böylece ekonomik kurumlar sömürücü siyasal kurumlara eşlik eder. Gücü paylaşmamak adına önüne çıkan her karşı görüşü yok eder.
Bugün merkezi hükümet Daron Hoca ve arkadaşlarının önerdikleri yapı ile Kalkınmaya odaklansa, bunu bizim göremeyeceğiz kesin. Belki bizim çocuklarımız da göremez ama ülkenin gelecek nesilleri kalkınmış bir ülkede yaşama şansı edinir. Bu umut bile dışarıya giden değerlerin içeride kalması için yeter.
Ancak Daron Hoca ve arkadaşlarının Dışlayıcı Kurumlarını görmek için Türkiye’nin 2013 yılında bu yana ‘dönüşümünü’ izlemek yeterli.
Ülke içerisinde vasatlığın ön plana çıkarıldığı, ülke kurumlarının bilgili ve işinin ehli olanların görev yapamadığı bir süreci yaşıyoruz.
Bilgi ve beceri yoksunluğu nedeniyle akıllarından bile geçiremeyecekleri halde çok önemli kurumlara atananlar kurumları da kendi düzeylerine indirdi. Birçok kurum siyasetin emrine girdi.
Cumhuriyetin bilgi ve birikimini taşıyan bazı kurumların lağvedilmesi, kurumsal mirası yok etti.
Vasatların yönetiminde kurumlar sömüren kurumlara dönüştü. Pek çok kurum tartışılır oldu. Adalet duygusu ortadan kalktı. Kurumların iyi yaptıkları işlere bile kuşkuyla yaklaşılır olundu. Bireysel hak ve özgürlüklerde gerileme yaşandı. Böyle bir ortamda ‘Kalkınma’ mümkün gözükmüyor.
İçeride sürekli faiz, kur, enflasyon üçgeninde ekonomik gelişmeyi tartışıyoruz. Ancak kapsayıcı siyaset ve kapsayıcı kurumlardan yoksun bir ülkede bu tartışmalar sığ olmaktan öteye geçmiyor. Büyüme kolayca yakalanabiliyor ancak sürdürülebilir olmadığı için ‘Kalkınma’ ancak parti tabelasında yer alan bir kelime olarak kalıyor.
O nedenle faiz ne zaman inecek olursa olsun, kalkınmaya odaklanmış kapsayıcı bir siyaseti ve kapsayıcı ekonomik kurumları oluşturmadan ‘Enflasyon’ bugün düşse bile kalıcı refah, büyüme, her alanda gelişme ve bizim gibi olan ülkelerden ayrışma mümkün olmayacak ve bu kısır tartışmalar bugünden yarına bizden torunlarımıza miras kalacak.
Toplum istemeden ülke dönüşmüyor. Bunu bilmek kazım.
Sonrasında artık biz bunu kader olarak adlandıramayız.