Her yeni yıl umut ve heyecan içerir. Bu vesileyle 2022 yılının herkese sağlık, umut ve mutluluk getirmesini dileriz.
Bugünlerde dış ticaret açısından oldukça farklı günler geçiriyoruz. Tedarik zincirinde yaşanan kırılmalar, emtia fiyatlarında yaşanan artış, taşıma maliyetlerinde aşırı yükseliş gibi konuları dikkate aldığımızda tüm bunlar, 2022 yılının da oldukça farklı bir yıl olacağına işaret ediyor. Buna ilave olarak, son dönemde yükselen kurlar ve gümrükleme maliyetlerinde yaşanan artışlar, şirketlerin daha çok maliyet odaklı bir yıl geçireceğine işaret ediyor. Bu nedenle de bu makalede, dış ticarette maliyetten kaçınma yollarına odaklanmak istedik.
İthalat vergisine esas alınacak kıymetin Türk lirası olarak beyanı zorunludur. Bu nedenle de fatura veya diğer belgelerde yazılı yabancı paralar, gümrük yükümlülüğünün başladığı tarihte yürürlükte olan T.C. Merkez Bankası döviz satış kurları üzerinden Türk lirasına çevriliyor. Burada gümrük yükümlülüğünün doğduğu tarih olan, yani kabaca, Gümrük Beyannamesi’nin tescil tarihindeki TCMB satış kuru esas alınıyor. Bu noktada döviz ile ithalat işlemi yapıldığında kurdaki değişiklik ödenecek vergilere de otomatik olarak yansıyor.
Tablodan da görüleceği üzere, kurlarda yaşanan bir dalgalanma ithalat vergilerini de olumsuz yönde etkiliyor. Bu nedenle, kurdan kaynaklanan ek maliyet ile mücadele etmek için yurt dışı alımlarda döviz cinsi olarak yabancı para yerine yerli para kullanılabilir. Türk parası konvertibl bir para olduğu için, ithalat işlemlerinde kullanılabilmekte ve TL cinsinden ithalat da mümkün olabilmektedir.
Yetkilendirilmiş Yükümlü Statüsü, gümrük yükümlülüklerini yerine getiren, kayıt sistemi düzenli ve izlenebilir olan, mali yeterlilik, emniyet ve güvenlik standartlarına sahip bulunan, kendi oto kontrolünü yapabilen güvenilir firmalara gümrük işlemlerinde birtakım kolaylık ve imtiyazlar tanıyan uluslararası bir statü olarak tanımlanır. Bu statü ile “gümrükleme” tekniğimizde önemli bir değişim yaşandı ve halen yaşanmaya devam ediyor. Bu bağlamda YYS yeni nesil bir gümrük kolaylık modeli olarak da tanımlanıyor.
YYS sahibi olmanın en önemli avantajı gümrükleme işlemlerini hızlı ve güvenli yapma imkânı sağlaması. Gümrük işlemlerinde bu statü sahibi şirketlerin muayene kriteri “yeşil hat” olarak gerçekleştiriliyor. Yeşil hatta eşyanın vergileme unsurları kontrolü ne belge ne de fiziki olarak ithalat anında yapılıyor. Bu da gümrükleme süreçlerin tamamlanmasını 1 saatin altına indiriyor. Küresel salgın ve tedarik zincirinde yaşanan olumsuzlarda bu statünün şirketlere ciddi bir zaman ve maliyet avantajı yarattığına hep birlikte şahitlik ettik. Aynı zamanda elektronik ortamda belge kullanımının olması, yerinde gümrükleme uygulamaları yoluyla gümrük idaresi ile iletişimin sadece sanal ortamdan gerçekleştiriliyor olması dış ticaret maliyetlerin arttığı bu dönemde ciddi bir çözüm aracı olarak karşımıza çıkıyor.
YYS, sadece bir yeşil hat, yani eşyaların gümrüklere uğramadan gümrüklemenin tamamlanması anlamına gelmiyor, aynı zamanda bu uygulama aslında gümrükleme mantığını da yapısal olarak değiştiriyor. Yerinde gümrükleme uygulamasıyla daha önceden izin alınan yerlerde eşyanın yüklenmesine veya boşaltılmasına imkan veriliyor. Eşya yerinde gümrükleme alanındayken sistemden gümrük idaresine bağlanıp gümrük beyannamelerini doldurup yine sistem üzerinden gümrük işlemleri tamamlanıyor. Bu yazı kaleme alındığında YYS sahibi şirket sayısı 583’tü. Toplam dış ticaretin kabaca %40’ı bu şirketler vasıtasıyla gerçekleşiyor. Bu belge sayesinde dış ticaret işlemleri daha az maliyet ile tamamlanıyor. Bu nedenle, bir maliyet planlaması yapılacaksa öncelikle gümrük işlemleri yerine getirilirken bu belgenin var olup olmadığına ve daha sonra bu belgeden daha fazla nasıl yararlanılacağına odaklanılması gerekiyor. Gümrük işlemlerinde hem doğrudan hem dolaylı birçok maliyet kaleminin azalması bu statü ile ancak mümkün olabiliyor.
Sürdürülebilirlik; sosyal, çevresel ve ekonomik faktörlerden kaynaklanan riskleri yöneterek ve fırsatları kucaklayarak uzun vadeli paydaş değeri yaratmakla ilgilidir. Günümüzde hemen hemen her sektörde firmalar arasındaki rekabetin artması işletmeler için yeni gereksinimleri beraberinde getirmiş ve sürdürülebilirlik gibi yeni kavramların hayatımıza girmesine sebep olmuştur. Müşteri ve tüketici tercihleri, hatta yatırımcıların yönelimleri de aynı şekilde değiştiği için özellikle global ve kurumsal şirketler başta olmak üzere, pek çok şirket iş modellerini daha sürdürülebilir modellere kaydırmayı hedefliyor. Bu değişim noktasında ise tedarik zinciri büyük bir rol oynuyor. Tedarik zincirinin, şirketlerin çevresel yükleri ve sosyoekonomik konumu üzerinde önemli bir etkisi var. Tedarik zincirleri, doğası gereği hem oldukça büyük miktarda enerji tüketen, hem de üretim ve nakliye gerektiren iş gücünü içeriyor. Dolayısıyla tedarik zinciri sürdürülebilirliği kavramı şirketler için kilit noktalarda ön plana çıkıyor.
Bu dönemde hem sivil toplum kuruluşlarında hem şirketlerde öne çıkan en büyük problemlerden ikisinin emtia fiyatlarındaki artış ve emtianın tedariki konularından oluştuğunu görüyoruz. Bu etkenler şirketleri stok yönetimine yönelik efor harcamaya itiyor, geleneksel anlamda bildiğimiz ‘just-in-time’ benzeri yapılar değil de havuzlar oluşturulmaya başlanıyor. Tedarik zinciri modellerinde bölgesel depo merkezleri ve bunların optimizasyonu daha önemli hale geliyor. Depolar ana tedarikçiden sürekli olarak beslenecek, şirketler hammaddeyi buldukça burada stoklayıp ihtiyaç oldukça ikmal yapacaklar. Tedarik konusundaki sıkıntıları çip krizi, bazı ürünlerin tedarik edilememesi gibi örneklerle de görüyoruz. Paralelde, dijitalleşme de önemli hale geliyor, şirketlerin stoklama ve planlama yapabilmek için en az 6 ay, 1 yılı görebiliyor olması gerekiyor. Dolayısıyla da talebin öngörülebilirliği ve planlanması da önem kazanıyor. Ayrıca, ürün bulunabilirliği ve uçtan uca görünürlük gibi konular da oldukça ön plana çıkıyor.
Önemli bir başka konu ise konteynır (genel olarak navlun) fiyatlarındaki artış diyebiliriz. Yukarıdaki nedenlerle beraber düşünüldüğünde, artık uzak coğrafyalar yerine yakın coğrafyalardan tedarik tercih ediliyor. Bu argümanı destekleyecek şekilde MENA bölgesinde hammadde tedariki açısından Türkiye daha çok tercih edilebilir hale geliyor.
En sık duyduğumuz bir diğer konu ise, iklimin sürdürülebilirliğidir. Bu noktada Paris Antlaşması kapsamında Türkiye’de nasıl bir yol izleneceği henüz belli değil, fakat AB’den fon düşüncesi, Gümrük Birliği Anlaşması gibi hususların da gündemde olması gerekiyor. Karbon salınımı ile maliyetler ve vergi yükü de artıyor veya gelecekte daha da artacak. Türkiye ihracatçı bir ülke ve hammadde tedariki dış ticarete büyük ölçüde bağlı. Türkiye’de geri kazanım katılım payına paralel olarak karbon emisyon miktarına göre hedef belirlenip, ilgili seviyelere göre vergilendirme sistemi uygulanabilir.
Dış ticaret işlemlerinde maliyetlere sadece vergi, gümrükleme olarak bakmamak gerekiyor. Üretim için gerekli ürünlerin en uygun fiyatta ve sürede tedarik edilmesi, maliyet çözümleri açısından dikkate alınmalı. 200 günde temin edilen bir ürün için ülkede gerçekleşecek gümrükleme maliyetinin nerde ise bir önemi kalmıyor olabilir.
Dahilde İşleme Rejimi (DİR), ihraç eşyası üretmek için hammadde veya girdi ithalinde, ithalat vergileri ve ticaret politikası önlemlerine tabi tutulmamak olarak tanımlanıyor. İthal edilen hammadde veya girdi maddesinin ithalatı sırasında ithalat vergileri teminata bağlanıyor ve ihracat gerçekleştirildikten sonra bu teminatlar çözülüyor. Böylelikle ihraç edilen eşyanın bünyesinde kullanılan hammadde ve girdilerin ithalatında herhangi bir ithalat vergisi alınmamış ve bu suretle ihracatçı teşvik edilmiş oluyor. İhracatçılar açısından hammadde-ara malı için getirilen yüksek vergilerden kaçınmak için DİR bir çözüm olarak karşımıza çıkıyor.
Son dönemde yüksek orandaki vergilere rağmen ithalatta bir azalış olmuyor. Bunun nedeni ithalata olan bağımlılığımız ve yüksek orandan ara malı, yarı mamul mal olarak ithal ediyor olmamız. Üretmek ve ihracat için ithalat yapmak zorunda kalıyoruz. Özellikle ihracat tarafı bu ek ithalat vergilerden etkilenmemek ve dolayısıyla uluslararası fiyat avantajını kaybetmemek için yarı mamul ve hammadde teminlerinde Dahilde İşleme Rejimi (DİR) kullanıyor. Bir anlamda son dönemde yaşadığımız yüksek ithalat vergilerinden etkilenmemek için, DİR ihracatçılar için bir çözüm ve teşvik oluyor.
DİR uygulamasının ihracat dünyasında yakinen takip edilen bir teşvik olduğunu söyleyebiliriz. Toplam ihracatımızın neredeyse yarısı bu rejim kapsamında yapılıyor. Otomotiv, beyaz eşya, tekstil, kimya gibi ihracatta önemli yer tutan ana sektörler yaygın olarak bu teşvikten yararlanıyor. Ticaret Bakanlığı verilerine göre bu rejimin toplam ihracattaki payı %41. Bu yılın ilk 6 ayında da aynı oranın ölçüldüğü görülüyor.
Ancak bu rejimin faydası kadar işleme maliyetine de odaklanılması gerekiyor. İşletme maliyetinden kastımız hem kamu hem de şirketlerin bu rejimi doğru uygulaması için katlandıkları çaba ve hata sonucu ortaya çıkan ceza durumu. Bu açıdan bakıldığında işletme maliyetinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü ithal edilen eşyanın, ihraç eşyasının bünyesinde kullanıldığının tevsik edilmesi ve ithal eşyasının kayıtlar üzerinden izlenmesi gerekiyor. Bunun için şirketler tarafından rejimi işletmek için ciddi kaynak ayrılırken, kamu idaresi tarafından da takibi ve uygulaması için ciddi bir organizasyon oluşturulmuş durumda.
Ayrıca, rejime ilişkin usullerin ihlal edilmesi durumunda maalesef çok ağır idari para cezaları ile karşı karşıya kalınıyor. Rejimin ihlalini genel olarak, ihraç edilme için getirilen ürünün yurt içinde bırakılması ve/veya ihraç edildiğinin ispat edilememesi olarak tanımlayabiliriz. Bu durumda ithal edilen eşyanın rejim için izin verilen yerlerde bulunması ya da bulunmaması durumuna göre, ithalat edilen eşyanın ithalat vergilerinin iki katı ile ithal eşyasının gümrüklenmiş değerinin (ithalat vergileri + eşyanın CIF değeri) iki katı nispetinde idari para cezası uygulanıyor. Burada en kritik olan konunun bazı durumlarda ithal eşyanın hiçbir ithalat vergisi olmamasına karşın eşya değerinin iki katı ile idari para cezasına muhatap olunması olduğunu söyleyebiliriz.
Gümrük rejimleri arasında DİR’den tek teşvik rejimi olarak bahsetmek doğru olmayabilir. Serbest dolaşıma giriş rejimi için de nihai kullanım uygulaması, gümrük kontrolü altında işleme rejimi ve hariçte işleme rejimi yine gümrük işlemlerinde maliyetleri azaltma için birer çözüm olarak karşımıza çıkıyor. Burada önemli olan işlemin bu rejimlere uygun ya da koşulu sağlayan bir durumda olması gerekiyor.
Dış ticaret işlemlerinde birçok teşvik uygulaması söz konusu. Bunların bazıları çok yaygın kullanırken bazıları ise nadir duyduğumuz ya da kullandığımız teşvikler olabiliyor. Bu nedenle teşvik başlığını her dönem dikkate almakta yarar görüyoruz.
Öncelikle yatırımlara yönelik en bilinen teşvik uygulaması Yatırım Teşvik Belgesidir (YTB). YTB, son dönemde yapılan düzenlemeler ile içeriği genişletilen ve faydalanma imkânı daha da artırılan bir düzenleme haline geldi. Dış ticaret işlemleri açısından bu belge, yurt dışından temin edilen makine ve teçhizatlar için gümrük vergisi, katma değer vergisi, Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu (KKDF) istisnası imkânı getiriyor. Bu açıdan oldukça önemli bir avantaj olduğunu söylememiz gerekiyor.
Diğer taraftan ihracata yönelik teşvikleri de atlamamak önemli. Yine en çok bilinen uygulama ihracatta KDV istisnası uygulamasıdır. İhracatı yapılan eşya için yüklenilen KDV, fiilen ihracat gerçekleşmesi halinde KDV mevzuatı uyarınca iade ya da mahsup işlemine konu ediliyor. İhracat yapan üreticide bu KDV’nin yük olarak kalmaması, ihracat pazarında rekabet avantajını kaybetmemek için önem taşıyor. Bu uygulamanın DİR ile birleşmesi durumunda hesaplanan KDV hep istisna olarak işleme tabi olduğundan, ihracatçılar açısından ciddi bir finansman avantajını da beraberinde getiriyor.
İhracat teşvikleri başlığında oluşan Eximbank kredilerinin, navlun teşvikinin ve ürün bazlı ihracata bağlı nakdi ödemelerin de önemli teşvik unsuları olduğunu belirtmek isteriz.