Merkez Bankası’nın 24 Eylül 2021 tarihinde hızla artmakta olan enflasyona karşı faiz indirimlerine başlamasıyla yeni “heterodoks” program gayri-resmi olarak başlamıştı. Üzerinden yaklaşık bir sene geçen bu program hedeflerini gerçekleştirebildi mi, veya en azından o hedeflere yaklaşabildi mi? Haliyle bu soruya müspet bir cevap vermek zor.
Programın ana hedefi reel faizleri düşürerek döviz kurunu rekabetçi bir düzeye çekmek ve böylece de ithalatı pahalı hale getirerek üretimin hem daha ithal ikameci olmasını, hem de ihracata yoğunlaşmasını sağlayarak dış ticaret açığını ve dolayısıyla da cari açığı dengeye getirmek. Ancak bunu yaparken bu değişime uygun teşvik politikaları geliştirmek, regülasyonlar düzenlemek, her şeyden önemlisi sanayiciye “önünü görebileceği” uygun bir yatırım ortamı sağlamak ve yapacağı yatırımlar için de “uzun vadeli” fonlar sağlamak şeklinde özetlenebilecek bir strateji izlenmedi. Üstüne üstlük enflasyon dinamiklerinde zaten oluşmaya başlamış olan yukarı yönlü harekete rağmen faizlerin ısrarcı bir şekilde düşürülmesi, çok doğal olarak TL tasarrufların da dövize kaymasına sebep oldu. Sonrasında bu talebi durdurmak için KKM başta olmak üzere alınan tedbirler ise giderek serbest piyasa prensiplerinden uzaklaşan bir hal almaya başladı.
Peki bu şekilde rekabetçi bir kur elde ederek dış ticaret açığımızı dengeleyebildik mi? Maalesef ki, son gelen rakamlar bu konuda çok da yol alamadığımızı göstermekte. İlk 9 ayda yüzde 17’lik bir ihracat artışı yaşamışız; aslında bu küresel konjonktürde bu artış oranı hiç de fena sayılmaz. Ancak, aylık gidişata baktığımızda, ay be ay bu artış yüzdesinin azalmakta olduğunu görüyoruz. Eğer son dönemlerde artış gösteren serbest bölge ihracatını dahil etmezsek bu artış oranı son ayda yüzde 3.7’ye kadar düşüyor.
Öte yandan, tabii ki, Ukrayna-Rusya savaşı nedeniyle artan enerji fiyatlarının dış ticaret açığımıza öngörülemeyen bir etkisi oldu. Dış ticaret dengesini analiz ederken bu durumu da dikkate almak gerek. Geçen sene ilk 9 ayda enerji faturamız 31.5 milyar dolar iken bu sene 74 milyar dolara fırlamış durumda. Yaklaşık 42.5 milyar daha fazla ödeme yapmışız. Aynı dönemde az da olsa enerji ihracatımız da var. Bu ihracattaki artış ise 6.5 milyar dolar. Dış ticaret açığımız ise 32.4 milyar dolardan 83.8 milyara fırlamış. Kısaca, “net” enerji faturası 36 milyar dolar artarken dış ticaret açığımız ise 51.4 milyar dolar artmış. Diğer bir ifadeyle bu seneki dış ticaret açığımızın 15 milyar doları enerji-dışı dış ticaret gelişmelerinden kaynaklanmış. Demek ki, salt TL faizleri baskılayarak dış ticaret açığını dengeleme politikası pek de başarılı olmamış.
Diğer bir göstergeye, enflasyon oranına baktığımızda da, gidişatın parlak olmadığını söyleyebiliriz. Denilebilir ki, gelişen ekonomik konjonktürde enflasyon hiçbir zaman Hükümetin öncelikleri arasında yer almadı. Doğrudur, ama gerek bozulmuş olan gelir dağılımının düzeltilmesi, gerekse de ana amaç olan yatırımların artması noktasında, enflasyonun hızlı bir şekilde ve kalıcı olarak düşürülmesi elzem. Son açıklanan Eylül enflasyon rakamları ise manşet enflasyonu yüzde 83.5’e taşıdı. Son dönemlerde kurlarda göreceli stabilite sağlanması ve kredi artış hızlarının yavaşlaması ile birlikte, enflasyonun da bir platoya oturması bekleniyordu. Ancak Eylül’deki yüzde 3’lük artış durumun pek de öyle olmadığını göstermekte.
Hele, üretici fiyatlarında görülen ve TÜFE - Yİ-ÜFE arasındaki makası rekor seviyelere taşıyan yüzde 4.8’lik artış gayet rahatsız edici çünkü bu aynı zamanda TÜFE’deki artışın devam edeceğinin de bir göstergesi. Son 1 senede yüzde 151.50’lik fiyat artışlarına maruz kalan üreticinin işletme sermayesi ihtiyacı da yaklaşık bu oranda artmıştır demek. Ancak, ticari kredilerdeki son 1 senelik artış sadece yüzde 80 ve son dönemde “kura baskı yapar” çekincesiyle kredi dağıtımı da yavaşlatılmış durumda. Bu şartlar altında eriyen işletme sermayesini yerine koyabilmek amacıyla şirketler fırsat buldukça ürün fiyatlarına zam yapmaya devam edecektir. Tabii ki, enflasyon konusundaki doğru yaklaşım bir an önce gerçekçi bir para politikasına dönüş olmalı. Ancak, bu aynı zamanda, en azından bir süre için “acı ilaç” içilmesini gerektirir. Bugünkü siyasi konjonktürde bunu bir seçenek olarak bile görmüyorum.