Hafta başında 2. çeyrek milli hasıla küçülme hızımız yüzde 9.9 olarak açıklandı. Böylece bu çeyrekte tek haneli enflasyonu tutturamadık ama her nasılsa tek haneli daralmayı tutturmuş bulunuyoruz. Hoş, dünyada yayınlanan tüm ekonomi istatistikleri içinde milli gelir rakamları belki de kesinliği en düşük olanlardır. Zaten bu nedenle de ilk açıklanan rakamların üzerine çoğu zaman birden fazla revizyon yapılır. Örneğin, 2019 4. çeyrek büyüme hızı ilk olarak yüzde 6.0 olarak açıklanmıştı. Son revizyonla bu sayı yüzde 6.4 oldu. Bu çeyrekteki küçülme oranının da ileride daha yukarı revize olması beklenebilir.
Açıklanan rakamların kesinliğini bir kenara bırakıp, bize neler söylediğine bakarsak: Hanehalkı harcamaları yüzde 8.6 daralmış. Ancak, eğer korona virüs ile ilgili ücret destekleri ve kredi kolaylıkları gibi tedbirler alınmasaydı bu daralmanın çok daha yüksek boyutlarda olması kaçınılmazdı. Kamu harcamalarındaki azalış ise yüzde 0.8. Denilebilir ki böyle bir kriz ortamında Hükümet kamu harcamalarında reel artış da sağlayabilirdi. Ancak bu çok gerçekçi olmaz. Bu dönemde kamunun gelirleri de çok düştüğü için zaten bütçe açığı bu çeyrekte yüzde 100’e yakın artmış vaziyette.
Uzun zamandır yatırımların dikkat çekici boyutlarda daraldığına dikkat çekiyoruz. Bu çeyrek de farklı değil maalesef. Gayrisafi sabit sermaye oluşumu (=yatırımlar) yüzde 6.1 gerilemiş durumda. Bu kalemin endeks değerine baktığımızda yatırımlardaki zaman içindeki gerilemenin boyutlarını daha iyi anlayabiliriz. 2018’in 2. Çeyreğinde 244 olan endeks değeri iki sene içinde yüzde 26 azalarak 181’e gerilemiş durumda. Aynı dönemde, GSYH’deki gerileme ise yüzde 11. Yeterli yatırım olmadan ülke ekonomisinin kalıcı ve sağlıklı bir büyüme ortamına girmesinin mümkün olmadığı bir gerçek.
2018 döviz krizi sonrası yaşanan daralmayla beraber dış ticaret açığımız da kapanmış, ve dolayısıyla net dış ticaretin büyüme üzerindeki etkisi pozitife dönmüştü. Ancak bu çeyrekte durumun yeniden terse döndüğü görülüyor. İhracat daralması ithalat daralmasının üzerinde kaldığı için net dış ticaretin ekonomi üzerindeki etkisi yüzde 2 kadar daraltıcı yönde olmuş.
Dış ticaret derken dün açıklanan ağustos ayı rakamlarına değinmeden olmaz. Bu ay ihracatımız yüzde 6 daralırken, ithalatımızdaki artış ise dudak uçuklatıcı bir yüzde 21. İthalattaki artışın tamamı altın ithalatından kaynaklanmakta. (Bu altının çok büyük kısmının sanayi ve mücevharat için olmadığı ortada. Bu nedenle, aslında bunların cari hesap değil, finans hesabında takip edilmesi daha doğru. Ancak MB ve Hazine yıllardır bu soruna bir çözüm bulamadı.) Gerek ekonomik temellerden uzak aşırı düşük TL faiz politikası, gerekse de son dönemde bir yatırım aracı olarak altına global ölçekte bir talep olması böyle bir ithalat patlamasına yol açtı.
Ancak ticaret açığının tek sorumlusu altın değil. İthalatımıza hem altın, hem de enerjiden ari olarak baksak bile, ilk 8 ayda yüzde 3’e yakın bir artış olduğunu görüyoruz. Aynı dönemde ihracatımızdaki azalış ise yüzde 13! Tabii ki bu durumda aşırıya kaçmış olan kredi ivmesinin de etkisi var. Ben de dahil pek çok yorumcu kredilerin artış hızının, ve de türlerinin (özellikle tüketici ve otomobil kredileri) cari açığımızı ve dolayısıyla döviz dengemizi çok zorlayacağını belirttik. Konut kredilerine verilen ivme bir şekilde anlaşılabilir. (Gerek müteahhitleri, gerekse de onlara borç vermiş bankaları çok zora sokan şişmiş bir konut stoğu vardı, bu şekilde bunların önemli bir kısmı eritilmiş oldu. Bu arada düşük faizlere aldanan pek çok alıcı da konut fiyatlarının yükselmesi ile birlikte esasında yüksek fiyatlardan ev almış oldu, o da ayrı!) Ancak tüketici ve otomobil kredilerinin direkt dış açığımıza menfi etkisi olacağı çok barizdi. Şimdi (doğru bir kararla) ÖTV’leri artırarak otomotiv ithalatına set çekmeye çalışıyoruz. Ancak bunu önceden görmek ve zamanında önlem almak bu kadar zor muydu?