Türkiye son yıllarda izlenen kavgacı diplomasi ve mantık dışı ekonomi politikalarının bedellerini ağır ödüyor.
Ekonomideki durum ortada. Dış politikada da bu yılbaşından itibaren rasyonaliteye dönüş başlasa da, arada geçen zamanda verilen kayıpları karşılamak zor.
Türkiye yaklaşık son beş yılda birbiri ardına gelen yanlış diplomatik hamlelerle dünya ölçeğinde kaybederken, kazananlardan birinin, belki de birincisinin Yunanistan olduğunu söylemek mümkün.
Türkiye hem komşularıyla, hem Batı bloğuyla, hem de şimdilerde "ümmet kardeşliğini" hatırladığı Ortadoğu'daki Arap ülkeleriyle kavga ederken, Yunanistan ittifak üzerine ittifak kurdu. Atina bir yandan Avrupa Birliği içindeki yerini sağlamlaştırdı, diğer yandan ABD ile ittifak ilişkisini güçlendirdi. Ege'deki Yunan Adaları'nda da, Yunan anakarasında da Amerikan üssünden geçilmez oldu. Türkiye'nin F-16 dördüncü nesil savaş uçağı alma peşinde koştuğu ortamda, Yunanistan hava kuvvetlerini Fransa'dan aldığı Rafale uçakları ile güçlendirdi, Ankara'nın dışlandığı F-35 beşinci nesil savaş uçağı satın almak için ise sıraya girdi.
Yunanistan, Ukrayna tahılı için devrede
Şimdilerde Atina, sessiz sedasız, Türkiye'nin Ukrayna-Rusya savaşında oynadığı kilit role talep; Avrupa Birliği'nin Ukrayna'yla dayanışma adına Kiev'de gerçekleştirdiği Dışişleri Bakanları toplantısında Yunan Bakan Gerapetritis, Ukrayna tahılının Yunan limanları kullanılarak dünyaya taşınmasını önerdi. Gerapetritis, bu iş için Ege'nin en kuzey ucunda bulunan Dedeağaç limanını tahsis edebileceklerini de söyledi. Yunan hükümetinin, Kıbrıslı Rumlarla ve AB ile birlikte, Türkiye'nin ekonomik olarak içine girdiği çıkmazdan kurtulabilmek için son dönemde Batı'ya yönelik hamlelerinden de "kazanç çıkarma" eğilimine ilişkin işaretler geliyor. Diplomatik kaynaklar, Türkiye'deki yerel seçimlerin ardından, Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs Rum Kesimi ve KKTC'yi bekleyen seçimsiz uzunca bir dönem olduğuna dikkat çekiyorlar. Bu dönemde barış görüşmelerinin yeniden başlatılıp, Ankara'yı "Kıbrıs'ta iki devlet" tezinden vazgeçirilebilineceğine ilişkin bir inanç doğdu uluslararası alanda. Nitekim Ankara'dan gelen sinyaller de "müzakereye açığız" işaretleri taşıyor. Cumhurbaşkanı Yardımcılığı görevindeyken Fuat Oktay yaptığı bir açıklamada KKTC'nin adının değişip, "Kıbrıs Türk Devleti" olmasını önermişti. MHP Lideri Devlet Bahçeli partisinin son grup toplantısında isimdeki "Türk" ibaresinden de vazgeçerek, KKTC'nin bundan böyle "Kıbrıs Devleti" olarak anılması çağrısında bulundu. Bu çıkışlar, özellikle Batılı diplomatlarda "Ankara Kıbrıs'ta çözüm için müzakereye hazırlanıyor" olarak yorumlandı. Bu durumda, Türkiye'nin İsrail'le yakınlaşmasının, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın New York'ta İsrail Başbakanı Netenyahu ile görüşmesinde, Akdeniz'den çıkan ve çıkacak doğalgaz ile petrolün Türkiye üzerinden geçecek bir boru hattıyla Avrupa'ya ulaştırılmasını masaya yatırmaları da etkili görünüyor. Kıbrıs'ta çözüm olmadan bu projenin işlemeyeceğinin farkında olan Ankara'nın, hesaplarını buna göre yapıyor olması mümkün. Ankara'da Kıbrıs konusundaki bu yeni hamlelerin bir başka gerekçesinin ise, G-20 zirve toplantısında Hindistan'ı Avrupa'ya bağlayacak ulaştırma koridoru projesinde, ABD'nin Türkiye'yi dışlayıp, Yunanistan'ı ön plana çıkartan tavrı olduğu konuşuluyor. Ankara'nın "dışarda bırakılmanın" endişesiyle, dış politikasını hareketlendirip, Kıbrıs dâhil pek çok alanda "açılıma gitmesi" mümkün.
Belli ki AK Parti hükümeti, "kavga politikaları" ile kaybedilen zamanı telafi etmeye çalışıyor. Dikkat edilmesi gereken ise, "telafi telaşının", dış politikada, özellikle de Kıbrıs gibi milli bir davada "tavize" yol açmaması...