Türkiye’nin kurulmasını sağlayan Büyük Taarruz ve 30 Ağustos’un 100. Yıl dönümünü kutladık bu yıl.
Ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran o birleşik ruhtan eser yoktu 100. Yıl kutlamalarında; Coşkuyla kutlayanlar kadar, “Kurtuluş Savaşı hiç yaşanmadı” demeye vardıranlar bile oldu.
Oysa 30 Ağustos ruhu bir milletin dış müdahaleye karşı duruşu, bir vatanın kurtarılışını sembolize ediyordu.
Üstelik üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen, o ruhtan alınacak çok ders var günümüz dünyasında.
Örnekler çok;
Irak, Afganistan, Libya, Lübnan, Bosna-Hersek…
Etnik ve dini temelli siyaset; kaos…
Tümü de dış müdahale sonrasında, etnik, dini, mezhebi ya da aşiret bölünmesiyle kaosu yaşıyor bu ülkelerin.
“Özgürlük getiriyoruz” adı altında ABD öncülüğünde yapılan iki dış müdahalenin ardından ülkede istikrarsızlık hiç bitmedi. En büyük neden, dış müdahale sonrasında kurulan sistemin ülkeyi resmen etnik ya da dini olarak “kota sistemine” göre kurgulamasıydı. Irak’ta Cumhurbaşkanı’nın Kürt, Başbakan’ın Şii, Meclis Başkanı’nın Sünni kökenli olması gerekiyor mevcut Anayasa’ya göre. Gel gör ki o Anayasa işlemiyor; Siyaset etnik ya da dini temele göre kurgulanınca, Irak seçimlerin üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen ne Başbakan belirleyebiliyor, ne de Meclis Cumhurbaşkanı seçebiliyor.
Üstüne bir de “siyasi parti” adı altında silahlı milis besleyen örgütlenmelerin birbirleriyle çatışması da başladı bugünlerde. Parlamento binası, Başbakanlık binası basıldı geçen hafta, onlarca kişi öldü. Ne yazık ki görünürde bu kaosun biteceğine dair en ufak bir ışık da görünmüyor.
Burada da dış müdahale sonucu kurulmuş etnik ve dini temelli siyaset, ülke yönetimini felç etmiş durumda. Suriye’den İran’a, Fransa’dan ABD’ye, hatta Türkiye’ye kadar pek çok dış gücün “vekili” gibi hareket eden çeşitli gruplar arasındaki çatışmaya da “siyaset” deniyor. Dini ve etnik kota uygulamasıyla liyakat tamamen ortadan kalktı. Yolsuzluk ve adam kayırma üzerine kurulu sistem iflas etti, ancak yerine konulacak yeni bir sistem bulunamadığı için insanlar açlıkla sınanıyor bugünlerde Lübnan’da.
- Afganistan’a bakınca, sadece “karanlık” görünüyor;
Önce soğuk savaş döneminde, ardından Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte Afganistan “dış müdahalelerin” en somut yaşandığı ülke oldu. Dışardan gelen müdahaleciler, ülkede zaten hassas zeminde duran tüm siyasi dengeleri de bozdu. Etnik ve dini temelli siyasetin, en dibe vurmuş halini yaşıyor bugünlerde Afganistan. Dışarıdan “Demokrasi getireceğiz, insan haklarını hakim kılacağız” diye gelenler çekilip gittiğinde, Taliban gibi çağdışı bir yönetime terkedildi Afgan vatandaşları. Afganistan adı artık hep açlıkla, sefaletle, baskıyla, karanlıkla birlikte anılır oldu.
- Avrupa’nın ortasında Bosna-Hersek’te şimdilik görece bir sükun var, ama içten içe kaynıyor ülke;
Yugoslavya’nın bölünme sürecinde ülkeye yönelik dış müdahaleyle, yine etnik ve dini temelli kurulan sistem, ülkeyi yönetemiyor. Liyakatin yerini etnik ya dini aidiyetin aldığı bu sistemin tüm yaptığı, küçük/büyük tüm sorunların “ötelenmesi”. Sorunlar ötelendikçe ortaya çıkan bu birikim de bir şekilde patlaması kaçınılmaz. Nitekim Bosnalı Sırp Lider Dodik’in aşırı milliyetçi ve ayrılıkçı söylemleri alarm verici nitelikte. Dış güçlerin müdahalesiyle kurulan ülke, elbette kendisini kuranların kendi aralarındaki hesaplaşmaların yapıldığı saha olmaya da mahkum.
- Dış müdahalenin bir başka öznesi Libya’da ise yeni bir iç savaşın ilk izleri ortaya çıkmaya başladı;
Kaddafi’nin sonunu getiren dış müdahaleler, ülkede iç savaşın da yolunu açmıştı. İç savaşı bitirmek için BM şemsiyesi altındaki “barışçı” dış müdahale ile kurulan hükümet de ülkeye istikrar getirmedi; Türkiye’nin de dahil olduğu ikinci iç çatışmadan sonra, şimdi ülkede iki ayrı yönetim, iki ayrı Başbakan var. Her iki yönetim de kendisinin “meşru olduğunu” savunadursun, onca petrol zenginliğinin üzerinde oturan Libya halkı, yoğun elektrik kesintileri nedeniyle sokaklarda. Bugünlerde Trablus’ta çeşitli silahlı fraksiyonlar arasında başlayan küçük çaplı çatışmalar ise, yeni bir iç savaşın ayak sesleri gibi.
2023 seçimleri; Türkiye için kilit önemde
Türkiye’nin de, tüm bölge ülkeleri gibi, etnik/dini/mezhepsel politikaların yarattığı kaostan ders çıkarmaya ihtiyacı var.
Belirli bir grubu/ çevreyi/ sınıfı/ siyasi partiyi koruyup kollayan, diğerlerini ise ötekileştiren politikaların ülkelere getirdiği gerilim, sefalet ve hoşnutsuzluk ortada.
Türkiye’de son dönemde ortaya dökülen yolsuzluk iddiaları, devlet yönetiminde liyakatin yerini “aidiyet” ve “etiketin” alması, bunlarla bağlantılı olarak yaşanan –artık bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bile yadsıyamadığı- ekonomik kriz, mevcut yönetim sisteminin 30 Ağustos ruhuyla hiç bağdaşmadığını ortaya koyan somut unsurlar.
Türkiye’de de 2018’den beri yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yarattığı sıkıntılar, üzerinden sadece 3 yıl geçmesine rağmen, ülke açısından taşınamaz boyuta geldi.
Ancak Atatürk ve silah arkadaşlarının, dış müdahaleyle bizzat savaşarak kurduğu Türkiye’yi bölgesindeki kaos içindeki ülkelerden ayıran temel bir özellik var; Aksayan yönleri de olsa, Türkiye uzun bir demokrasi geçmişine sahip.
Türkiye, 2023 seçimlerinde yaşadığı sıkıntıyı aşmaya muktedir.