Köşemizin 250. yazısıyla merhaba. Beş yıldır her Salı iş dünyasını konuşuyoruz. İlginiz için çok teşekkür ediyorum. Bugün de kritik bir konuyu ele alalım: karar alırken; riski/ getiriyi tartarken; ve kârı/ zararı paylaşırken karşılaştığımız asimetriler!
Önce simetri ile başlayalım. TDK Sözlüğü bu kelimeyi ‘bakışım’ olarak tanımlamış. Kimsenin bu açıklamadan pek bir şey anlayacağını zannetmiyorum. Bir nesnenin, yapının veya şeklin bir eksen veya merkez boyunca karşılıklı olarak aynı, uyumlu ve dengeli bir düzene sahip olması durumu olarak tarif edebiliriz. Mesela yüzdeki iki göz, bir binanın giriş kapısına göre iki yanındaki pencereler veya bir ceketin iki kolu.
Simetri genellikle güzellik, denge ve düzenle ilişkilendirilir. Asimetri ise bunun tam tersi anlama geliyor. Yani farklılık, uyumsuzluk veya dengesizlik. İş hayatında karşılaştığımız asimetrilere bu yüzden dikkat etmeliyiz. Üç örnekle somutlaştıralım.
Karar alırken dikkat etmemiz gereken iki bariz asimetri var: güç ve bilgi. İşin doğası gereği, kararı daha yetkili olan kişiler alır. Ancak, bu onların her konuya daha hakim olduğunu göstermez. Bu yüzden farklı kişilerin -hiyerarşideki yerlerinden bağımsız olarak- görüşlerini seslendirebilecekleri açık iletişim ortamları yaratmak önemlidir. Aksi takdirde şirketiniz en iyi kararları alan değil, zorbalığa teslim olan bir yapı haline gelebilir. Nitekim bilgi asimetrisi de burada devreye girer. Sahada çalışanlarda olan bilgi/ know-how karar alıcılara ulaşmıyorsa, şirketiniz çok ciddi bir dezavantaj yaşar. Adeta bir varlık içinde yokluk hali! Hele de bunun neticesinde rakibiniz veya müşteriniz sizden daha bilgili bir şekilde masaya oturursa, bilgi asimetrisi katmerlenir.
Bir yatırımda riski/ getiriyi tartarken en azından ikisini dengede tutmak (simetriyi sağlamak) şart, getiri lehine bir asimetri yaratmak ise maharet. Warren Buffett’a kulak verelim: ‘Risk yönetimi, kazanabileceğinizden fazlasını kaybetmeme üzerine kurulmalıdır.’ Elbette bu koruma-büyüme dengesini kurmak kolay değil.
Nitekim kendi kariyerimdeki yaptığım en başarılı ve en başarısız yatırımları düşündüğümde, meselenin burada düğümlendiğini görüyorum. Harvard Business School’da vaka çalışması olarak öğretilen yatırımım kayıp riskini hayli azaltırken kazanç ihtimalini artırmanın tipik bir örneğiydi. En başarısız yatırımımda ise işler kötü giderse yeterince tutunacak dal kalmadığını kötü bir şekilde tecrübe etmiştik.
Tüm bunların ötesinde, neyi asla riske atmayacağımızı, yani risk/ getiri tartısına çıkarmayacağımız konusunda da net olmalıyız. Mesela, yakalanma riski düşük diye usulsüzlük yapmamalıyız. Şirketin itibarını asla riske atmamalıyız. Alman mucit ve sanayici Robert Bosch’un (1861–1942) reklamlara da konu olan sözü bu açıdan ilham verici: ‘İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim’
Son olarak, kârı/ zararı paylaşırken asimetrilere dikkat etmeliyiz. İnekle tavuğun hikâyesini belki bilirsiniz. Bir ortaklık yapmışlar. Ancak ürünleri sucuklu yumurtaymış. Tavuk yumurtalarını vermiş, inek ise mezbahaya gitmiş. Yaptığımız işlemlerde bu hususa çok dikkat etmemiz gerekir. Çok iddialı yatırımları savunan yöneticiler, yüksek riskler öneren yatırım danışmanları veya varlığınızın (ev, araba, şirket) satışında görev alan aracılar acaba işler kötü giderse bundan ne kaybederler? Bu yüzden ‘konuşanın eli ne kadar taşın altında?’ sorusunu hep sormamız ve mümkün olduğunca simetriler yaratmamızda (eş-yatırımcılık, kâr üzerinden prim) yarar var.
Nice yazılarda buluşmak ümidiyle, asimetrilere dikkat ettiğiniz bir hafta diliyorum.