Dijital transformasyon için ‘kültürün’ değişmesi en temel öncelik

Hakan Mandalı

BSH Türkiye COO / CTO

Pandemi dönemine kadar belli bir hızla gelişen dijital dönüşüm, bu süreçte fiziksel temasın, birlikteliğin ortadan kalkmasının etkileriyle büyük bir ivme kazandı. Diğer taraftan 2050 projeksiyonunda dünya nüfusunun 10 milyara ulaşma beklentisi, burada da benzer bir ivmenin olduğunu gösteriyor. Bu paralelliğin nedeni hiç kuşkusuz, nüfusun artışına bağlı olarak talepteki çeşitlilik ve karmaşıklığı da beraberinde getirmesi. Sistemlerin bu gelişmeye ayak uydurması, bu karmaşık çeşitliliği yönetebilmesi ihtiyacını ön plana çıkarıyor. Burada kritik öneme sahip büyük verinin toplanması ve işlenmesi için veri okuyan dijital metodlara ihtiyaç duyuyoruz. Bunun yolu da dijital dönüşümden geçiyor.

Dijital dönüşümün gerekliliği tüm dünyada istisnasız tüm sektörlerin, şirketlerin ve hatta ülkelerin inandığı ve büyük oranda bu yolda çaba ve uygulamaları hayata geçirdiği bir konu.

Türkiye’de de devlet tarafından teşvik politikalarıyla desteklenen dijital dönüşüme ayak uydurma hızımız dünyaya kıyasla oldukça başarılı. Dijital dönüşümün hem dünyada ilerleyen ivmesi hem de Türkiye olarak teknolojik inisiyatiflerimiz World Economic Forum Raporu’nda da örnek gösteriliyor. Ülke olarak gelecek 2-3 yıldaki Ar-Ge yatırımlarımızın yüzde 1.8 oranında iyileştirilmesi hedefleniyor.

Yol haritanızı çizmelisiniz

Dijital dönüşüm alanında verilen çabanın olumlu sonuçlara dönüşmesinde ise hazırlık aşamasında doğru ve detaylı araştırmanın önemi, bu yolculukta atılan adımlar kadar önemli. Çünkü biliyoruz ki, dünyada dijitalleşme sürecine giren şirketlerin yüzde 75’i yaptıkları hatalar nedeniyle büyük ekonomik kayıplara uğruyor. Yani “büyük resmi” görmek, “Nereye varmak istediğimizi” sorgulamak, dijital dönüşüm yolculuğunun kritik başarı faktörlerinin başında yer alıyor.

İkinci kritik başarı faktörü ise “insan kaynağı”. Teknolojiyi işimize entegre ederken, bu dönüşüme ayak uydurabilecek, nitelikli, açık fikirli çalışanlar ve liderler olmadan dijital dönüşümün başarıya ulaşması mümkün olamaz.

Sektörümüzün penceresinden bakacak olursak; beyaz eşya sektörünün merkezi 5-10 yıl öncesine kadar İspanya, Almanya, İtalya gibi Avrupa ülkeleriydi. Ancak bugün Türkiye, üretim merkezleri, tedarikçi ekosistemi, Ar-Ge ve inovasyon potansiyeliyle çok önemli bir konumda. Bu alandaki insan kaynağı ise yetkinlikleri, çalışkanlıkları, yüksek motivasyonları ve yaratıcı özellikleriyle yurt dışındaki meslektaşlarına göre oldukça başarılı. Şirketlere ve liderlere düşen en önemli görev, başarılı genç mühendislerimize fikirlerini açıkça ifade edecekleri ortamları sunmak.  

Dijital dönüşüm,  sadece rekabette ayrışmak için gerekli değil elbette, sürdürülebilirliğin yolu da dijital dönüşümden geçiyor. Hızla artan dünya nüfusuna karşın kaynakların sınırlı olması veya gün geçtikçe azalması, sahip olduğumuz çevresel/yaşamsal kaynakların daha verimli kullanılmasını zorunlu kılıyor. Bugüne kadar ülkelerin ilerlemesi, zenginleşmesi değerlendirilirken milli gelir ve büyüme oranları referans alınıyordu. Bundan sonrasında ise büyümenin nasıl sağlandığının, tabiata ve gezegene verilen hasarın da dikkate alınması kanaatindeyim. Biz değişmeden dünyadaki zorlukların değişmeyeceğini, çözümün kendiliğinden oluşmayacağını biliyoruz. Daha yaşanabilir bir dünya için iklim değişikliği ve kaynak israfı gibi konularda hem bakış açımızı hem alışılagelmiş bazı yanlış yöntemleri hem de birtakım davranış ve alışkanlıklarımızı terk etmemiz ya da değiştirmemiz gerekiyor. Sadece kendimizin ve şirketimizin değil, tedarikçilerimize kadar uzanan ekosistemimizin karbon ayak izi ve atık yönetimi sistemlerinin de daha dikkate alındığı bir ortam gerekiyor.

Tüm dünyanın en önemli gündemlerinden biri haline gelen iklim değişimi konusunda, riskleri etkin yönetebilmek için şirketlerin karbon emisyonlarını hızla sıfıra indirmesi ve aynı zamanda döngüsel ve yenilenebilir stratejilere odaklanması gerekiyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefleriyle paralel olan 2053 hedeflerine ulaşabilmesi için kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları mutlaka üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Bu kapsamda sağlıktan siber güvenliğe, eğitimden veri merkezlerine, tüketici finansmanından ödeme çözümlerine kadar birçok alanda hayatları kolaylaştıran dijital ürünler ve çözümler geliştirmek gerekiyor. Ülkelerin inovasyonu teknoloji yönetişimiyle dengelemesi gerekiyor.

Türkiye’de devlet kurumları ve özel sektörün ajandasında bu konu öncelikli yerini korumalı ve yeterli fonlar ayrılmalıdır. Bu yöndeki gelişim devlet eliyle stratejik olarak teşvik edilmelidir.

Bu noktada sektörümüzün, sürdürülebilirlik konusunda bir kaldıraç etkisi oluşturabileceğine inanıyoruz. Küresel salgının en önemli pozitif etkilerinden biri, bu inancımızın çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşebileceğini görmek oldu. Normalde belki 5-10 yılda ulaşılacak dijital ve teknolojik değişimler, salgınla geçen kısa sürede tüm dünyada hızlıca yaygınlaşarak hayatımızın yeni normalleri haline geldi.

Bu doğrultuda bir yandan teknolojiyi sürdürülebilir değerler üretmek üzere sürekli geliştirmek bir yandan da döngüsel ekonomi alanında gelişmek önemli. Aynı zamanda tüketicilerin bu konudaki farkındalıklarını artırmak ve tüm paydaşları bu alanda bilinçlendirmek, kendi ekosisteminde fabrikaların yeni yetkinlikler kazanmalarını sağlamayı stratejik öncelikler arasına dâhil etmek şart.

Yediğimiz gıdadan, soluduğumuz oksijene kadar olumlu etkileri olacak bu yeni dönemde çalışanlarımızın bu sürece destekleri çok kıymetli. Bu yeni dönemde çevre bilinci, yeşil dünyaya ihtiyaç, al-kullan-at felsefesinden, azalt-tekrar kullan- geri dönüştür felsefesine geçişimiz sadece şirketler ya da kamu bazında değil, ülke çapında atılacak adımlara bağlı.

Tüm yazılarını göster