Son yıllarda hem dünyada hem ülkemizde her şey ya aynı anda ya da birbiri ardına gelişti. Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde başlayan ABD-Çin gerilimi ile küresel ticareti bozan korumacılık yükselirken, Kovid- 19 Pandemisi başladı ve arz talep dengeleri, lojistik düzeni alt üst oldu. Bunlar devam ederken Rusya’nın Ukrayna’yı işgale kalkışmasıyla başlayan ve 500 gündür süren savaş, küresel enerji, hammadde ve gıda fiyatlarında şoklara yol açtı. Böylece dünya genelinde daha önce 1970’lerde görülmüş yüksek enfl asyonlar çağı her ülkede yeniden yaşanır oldu. Son birkaç aydır tünelin ucu görünmüş gibi olsa da bazı riskler yerinde duruyor. Böyle bir dönemin getirdiği yükler ve sebep olduğu ‘paradigma’ değişikliklerinin şu anda pek farkında olmadığımız ama geleceğimiz için çok ağır etkileri olacak. Şöyle bir değişim yaşıyoruz; bir problem büyüyorsa ‘devlet bu işe el koysun’ cümlesi en çok taraftar bulan yargı oluyor. Devlet de madem halk bu kadar istiyor ‘biz de biraz el koyalım’ diye durumdan vazife çıkarıyor. Nasıl mı? Birkaç örnek verelim:
Devlet market açında enflasyon korktu mu?
Gıda ve temel tüketim mallarında fiyatlar hızlı yükselince ‘market zincirleri ve arada ne kadar tüccar varsa’ hepsi hedefe kondu. ‘Devlet bu işe el koysun, nerde bu devlet’ diye bağıranlara kulak verildi. Ağır para cezaları, soğuk hava depolarına baskınlar vs. Bu da yetmedi ‘en iyisi devlet market açsın’ çözümü devreye girdi. Ağırlıkla başka nedenlerle yükselmiş enfl asyon o sebepler ortadan kalkmaya başladığı için zaten yavaşladı ama gıda ve temel tüketim mallarındaki fiyat artışları halen enfl asyon ortalamasından yüksek. Devletin açtığı marketler ne kadar işe yaradı ben bilemedim.
İnşaat iğdiş edilince, konut fiyatları ve kiralar düştü mü?
Konut fiyatları ve kiralar yükselince, “Bu işe devlet el koysun, bununun sorumlusu inşaatçılar, konut kredisi de fiyat artırıyor. Yabancı konut satışına son verilsin, bunlar da yetmez birden fazla dairesi olan ev sahiplerine ek vergiler getirilsin” diye tepinmeler gördük. Bunların bazılarına devlet el koyunca inşaat şirketlerine işletme kredisi yok edildi, uygun faiz ve vadeli konut kredileri bitirildi. Yabancıya konut satışı hem 400 bin dolar kararıyla hem de bürokrasinin tuhaf yabancı düşmanlığı ile çökertildi.
Sonuç: Eskiden beri ‘her yer inşaat her yer beton diye bağıranlar’ bir kez daha zafer kazandı. Konut üreten tek sektör inşaat, mali açıdan iğdiş edildi. Şimdi talebin yarısı kadar konut üretilemiyor, hem konut fiyatları hem de kiralar yükselmeye devam ediyor. Bu konuda bir önemli icraat da ev sahibi vatandaşların kira gelirlerine, kiracılar adına devletin el koyması oldu. Kiralara yüzde 25 zam sınırında ikinci yılımıza girdik. Ev sahibi vatandaşlara yönelik bir ‘devlet el koyması’ da ikinci, üçüncü ya da daha çokuncu konutlara ek vergiler getirilmesi yoluyla talep ediliyor. Bu da yapılırsa konut satışları ve dolayısıyla üretimi yeni bir darbe yiyecek ve böylece ‘devlet el koyması’ yoluyla konut fiyatları ve kiralar biraz daha yükseltilmiş olacak. Oysa devlet zaten yüzyıllardır el koymuş olduğu arazilerin uygunlarını arsalaştırıp dar gelirli vatandaşları için uygun finansman koşullarıyla yılda 200 bin sosyal konut üretse konut piyasası için en doğrusunu yapmış olacak ama bizim vatandaş da devlet de devletin vermesini değil el koymaya devam etmesini istiyor.
Olmayan otomobilin fiyatı sakinleşir mi?
Otomobil fiyatları yükselince üstüne sıfır otomobil bulmak zorlaşınca ‘bu işe de devlet el koysun, galericileri hatta bayileri gerekirse kapatsın, o da yetmez otomobil üretenleri sıkıştırsın’ tezviratı başladı. Bir de hiç olmamış bir şey olmuş kabul edilerek ‘ikinci el otomobilin fiyatı sıfır otomobilden yüksek, böyle yapana ağır ceza uygularız’ kararı alındı. Serbest piyasa ekonomisi uygulanan bir ülkede bu da oldu. Otomobil fiyatlarının aşırı yükselmesi, tamamen makul arz planlaması ama tahmin edilemeyen talep patlaması nedeniyle yaşandı.
Örneğin Türkiye’de toplam pazar üç yıldır çok yüksek oranlarda iki haneli büyüyor. Bu büyüme talebin birkaç misli daha büyük olduğunu da gösteriyor. Yani tıpkı konutta olduğu gibi olmayan şeyin otomobilin fiyatı da bir türlü düşmüyor, bu nedenle otomobil alabilen aynı zamanda yatırım da yapmış oluyor. ‘İkinci el otomobilin fiyatının neden sıfır otomobilin fiyatından daha yüksek olamayacağını’ da anlatmak isterim. 2023 model bir adet ikinci el otomobil 1,1 milyon TL fiyatla satışta olsun. 2023 model aynı marka model sıfır otomobilin fiyatı da bayide 1 milyon lira ‘yazıyor’ olsun. Teoride ikinci elin fiyatı, sıfırdan yüksek görünüyor ama bayi 1 milyon lira fiyatla o otomobili satıp teslim etmiyor. Sadece belirli bir peşinatla 4 ya da 6 ay sonra teslim için sözleşme yapıyor. Sıfır otomobilin teslim zamanı geldiğinde büyük ihtimalle fiyat 1,3 milyon lira oluyor. Fiyat, alışveriş bitene kadar hayalidir, satın alma gerçekleştiğinde fiyattır.
Paşa Hazretleri Bolşevik mi oluyoruz?
‘Devletin el koymalarına’ bu kadar laf ettikten sonra kızanlar olabilir. Şahsen piyasa ekonomisine, serbest ticarete, rekabete özel sektör yatırımlarıyla büyümeye, ihracata ve istihdama inanıyorum. Tabii ki serbest piyasa ekonomisi ‘kuralsız ekonomi’ değildir. Rekabet hukuku, üretim ve ticareti düzenleyen tüm kanunlar çok önemlidir ama bu kanun ve hukuk sınırlarının ötesini zorlamak ‘ne hedefl eniyorsa tersine’ yol açar. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında sosyalizme aşırı sempati besleyen İktisat Vekili Mustafa Şeref ile Başvekil İsmet İnönü, ekonomide her faaliyet alanını ‘KİT’lerken, Atatürk’e “Paşa Hazretleri, Bolşevik mi olacağız, siz böyle mi arzu ediyorsunuz, bilmek isteriz” mealinde soru sorabilin üç beş ‘küçük tüccar’ meğer ne kadar cesurmuş. O soruyu dinleyip mevzuyu anladıktan sonra Mustafa Şeref’i İktisat Vekilliği görevinden hemen alan, Celal Bayar’ın önce onun koltuğuna sonra da Başvekillik koltuğuna oturtan Paşa Hazretleri de ne kadar ileri görüşlüymüş.