10 ilde cana ve mala büyük felaket getiren, ekonomik açıdan ülke ekonomisini derinden etkileyecek sorunlara sebep olan 6 Şubat depremi, bize çok şeyi göstermiş ve öğretmiş olması gereken bir felaket. Her şeyden önce, kamu sınıfta kaldı.
Depremlerde önemli olduğu söylenen ilk 48 saatte pek çok yerde arama kurtarma faaliyeti başlatılamadı. Yardımlar zamanında devreye giremedi. İlk gün çadırlar kurulamadı. Üzerinden 9 gün geçmesine rağmen, konteyner, tuvalet sorunu çözülemedi. Hatay’da iletişim sorunu sürüyor. Bu konuda telekomünikasyon şirketlerinin savunması ise akla aykırı. Onarımı yapacak mühendislerin bir kısmı enkaz altında imiş, bir kısmı da yakınlarını kurtarmaya gitmiş. Depremde onarımın oradaki mühendisle, personelle yapılacağının düşünülmesi bile büyük bir hata. Acil durum dronları ile reklam yapanlar, acaba şimdi utanıyor mu? Bir işe yaramıyormuş? Artık bu şirketlerin hangi reklamına inanacağız. İletişim yoksa planlama da olmaz, koordinasyon da olmaz.
Acil durumlarda her ilin, bir başka uzak ile zimmetlenmiş olması, onunla ilişkilendirilmiş olması gerekirdi. Her ilin, zimmetli ilin acil ihtiyaçlarından sorumlu olması, gerektiğinde re’sen hareket yetkisine sahip olması gerekirdi. Her şeyin Ankara’dan beklenmesini öngören bir planlama olmaz.
Binaların güçlendirilmesinden vaz geçtik. Bari, hızlı ve etkin müdahaleyi sağlayacak kamuya açık acil müdahale planlarımız olsa. Kimin ne yapacağı belli olsa, ekipler AFAD yönetiminden veya validen haber veya izin beklemeden re’sen müdahale yetkisine sahip olsa.
İkinci gün hastane gemileri gönderdik. Bu gemiler neyi bekledi ve niçin 2 saatte kalkmadı. Köylere hemen ilk gün helikopterlerle acil müdahale ekipleri niçin gitmedi. Helikopter inemiyorsa, havadan ikmal niçin yapılmadı?
İmar alanında güvenilecek hiçbir kurum olmadığı anlaşıldı. Fay hatlarını dikkate almayan imar planlarına mı, inşaatı yapan müteahhit mi, yapı denetim şirketine mi yoksa inşaat izni ve sonrasında yapı kullanma izni veren belediyeye mi güveneceğiz sorusu, açıkça ortaya çıktı.
Aklı ve bilimi, bir yerlerde unuttuğumuz ortaya çıktı. Bilim adamları diyor ki, şimdi kırılan fayın kuzeyi ve güneyi, İzmir yöresi ve İstanbul riskte. İstanbul deniyorsa da bütün Marmara bölgesini kapsıyor. Allah göstermesin. Bari buralarda tedbir alsak. Afette müdahale planlarını önceden yapsak. İstanbul’da bir zaman mahallelerde, içerisinde müdahale ve ilk yardım ekipmanları bulunan deprem konteynerleri vardı. Yok oldu. Yeşil alanlar binaya dönüştü. Ana caddelerde afet ve acil yardım yolu tabelalarının bulunduğu her caddenin kenarları, İspark’ın kiraladığı park yeri haline geldi. Pek çok daracık sokakta bir bina yıkılsa, sokağa ne ambulans girebilir, ne de vinç. Bina yıkılmasına gerek yok, park etmiş araçlardan, bu sokaklara şimdi bile itfaiye giremiyor. O sokaklarda yaşayanlar, ne olacak? Depremde kamu hizmetine nasıl ulaşacaklar. Bir plan var mı?
Her ilin, çadır, konteyner, prefabrik tuvalet vs. stoğunun, araç gerecinin, arama-kurtarma planının şeffaf bir şekilde hazır olması gerekir.
Bütün bu soruların cevaplarının tartışılması, sorumluların üzerine gidilmesi gerekiyor. Arama- kurtarmadaki gecikme ve plansızlıktan müteahhidine, yapıyı denetleyenden projeyi tasdik eden belediye memuruna kadar, sorumluların her bir bina bazında tek tek sorumluluğu yoluna gidilmesi gerekir. Bunu yapmazsak, rehavet sürer. Bir sonraki bir büyük depremin sonuçları daha ağır olur. Bunun için de enkazlar kaldırılmadan, bina bazında delillerin tek tek tespiti gerekmektedir.
Peki, biz ne yapıyoruz? AFAD mı Ahbap mı diye tartışıyoruz. Hatay’ın fay hattının üzerine yapılmış güzide pistini kimin onardığını konuşuyoruz.
Göğsünü gere gere benim ilim depreme hazır diyecek valimiz var mı, benim sınırlarımda en fazla 3-5 bina hasar alır diyen belediye başkanımız var mı, diye sormuyoruz bile.
Sesli düşünmeye başlayınca söylenecek çok şey var. Bilgisayarın başına oturduğumda planım, afet dolayısıyla mali mevzuatta acilen yapılması gerekenleri sıralamaktı. Artık mecburen gelecek yazıma kaldı.