Burak Önder
Böyle zamanlarda kamuya açık yerlerde yazı yazmak, konuşmak, yorum yapmak zordur. Bence bunun temelde iki nedeni var. Birincisi, herkesin duygusal yoğunluğunun yüksek olduğu bir süreçteyiz. Yani duygunun usu domine etme olasılığı ya da ussal görünenle duygusal olanın birbirine karışma ihtimali. Duygudan arınmak çok büyük bir yetenek ister. İkinci nedense insanın bu zamanlarda bir yönüyle ne söylemesi gerektiğinden daha çok, ne söylememesi gerektiğine dikkat etmesidir. Bu da düşüncenin tam manasıyla dile getirilememesine neden olur. Bu süreçte yorum yapmak sırat üzerinde yürümek gibidir. Televizyonlarda, gazetelerde ya da sosyal platformlarda, kamusal görev üstlenen gazetecilerin, akademisyenlerin, entelektüellerin ve her mevkideki yöneticilerin işleri bu yönüyle zor fakat sağlıklı iletişim ve daha derin zihin sondajları yapabilmek için bu görüş ve yorumlar bence çok önemli.
Sanayi, tarım, turizm ya da göç; her ne konuşursak konuşalım “insan’’ temelli bir yaklaşımımız olmalı. Deprem terminolojisiyle söyleyecek olursak temeli insan olan bir süreci inşa etmeliyiz. İnsanı, insanın psikolojisini, içinde yaşadığı toplumun sosyolojisini, o bölgenin kültürünü bilmeden temelleri doğru atılmış, statikleri doğru hesaplanmış bir bina inşa edemeyiz. Bunu yapabilecek insan kaynağımızın olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu ülkede çok yetenekli psikiyatrlar, psikologlar, sosyologlar var. Onları bu süreçte daha fazla dinlemeliyiz.
Yaşanan büyük travmanın herkes üzerindeki tezahürü farklı olabilir. Kimi bağırır, kimi sessiz kalır. Aynı ülkede, aynı şehirde, aynı mahallede ve hatta aynı evde doğsak da hepimizin bir birinden farklı hikâyeleri var. Öncelikle bize düşen şey bu insanları çok iyi dinlemek. Hiçbir şey yapamayabiliriz ama onları iyi dinlemeliyiz. Bağırıp çağırabilirler, olsun dinleyeceğiz. Arama-kurtarma çalışmaları bitmiş olsa da, dört ilimiz hariç enkaz kaldırma işlemleri tamamlanmış olsa da hala akut dönemi yaşıyoruz. Yas hala devam ediyor. Böylesine büyük bir depremi ve trajediyi konuşuyorsak öncelikle insanların yasını yaşamasına müsaade etmeliyiz.
Eğitimin sadece öğrenciler için olmadığını bir kez daha acı bir şekilde tecrübe ettik. Kamu yönetiminden yerel yönetime, sivil toplum yöneticilerinden işverene, akademisyeninden basın mensubuna, memurdan işçiye her kademe, afet yönetiminden psikolojiye, veriden kriz yönetimine farklı birçok konuda biz yetişkinlerinde eğitime ihtiyacı olduğunu tecrübe ettik. Yine en önemli ihtiyaçlarımızdan birinin “güven’’ olduğunu gördük. Ekmek kadar, su kadar, barınma kadar bir birimize güven duymaya da ihtiyacımız var.
Deprem bölgesinde ki sanayici ve ihracatçılar için neler yapılabilir?
Son zamanlarda en çok aldığımız soru. Akut dönemde bu sorunun tam bir cevabı var mı bilmiyorum. Geçmiş yıllarda yaşanan doğa olaylarında tutulmuş bir veri setimiz var mı onu da bilmiyorum. Bu sorunun cevabı kiminle konuştuğunuza ve hangi şartlarda olduğuna göre değişebilir. Sonuç olarak, tabi ki bu soruya en doğruya yakın cevabını verecek olanlar bölgedeki sanayici arkadaşlarımız.
Öncelikle genel olarak birkaç hususun altını çizmem gerekir. Sanayinin içinde bulundukları şehirler için ne kadar önemli olduğu hepimizin malumu. Bunun yanında sanayideki know-how, işletme yönetim becerisi, ihracat kabiliyeti gibi işletme yeteneklerinin yıllar içinde geliştiğini, bu bölgelerdeki firmalarımızın sadece kendileri için değil; ülke ekonomimiz, ülkemiz ve sektörlerinin entelektüel birikimleri için çok değerli olduğunu da görmemiz gerek. Bu fabrikalar sahiplerinin olduğu kadar hepimizin değeri.
Benim kendi penceremden gördüğüm süreci dönem dönem düşünmemiz gerekiyor. Hali hazırda olan sorunlara sistematik ve önümüzdeki günlerde karşımıza çıkacak sorunlara karşı aşama aşama destek verilmesi diğer önemli konu. Akut dönemde resmin bütünü görmek kolay değil. Zaman içinde şu anda farkında olamadığımız başka sorunlarla da karşılaşabiliriz. Hafızalarımızı tazeleyecek olursak, pandemi sürecinde çip krizinin farkına geç vardık ve hala bugünlerde bu problemin izlerini görüyoruz. Önümüzdeki süreçte bize yüzünü gösterebilecek problemlere de hazırlıklı olmalıyız.
Destek konusunu biraz inceltmemiz gerekir. Kamunun elinde kısıtlı kaynakların olduğunun hepimiz farkında olmalıyız. Bu kısıtlı kaynakların en doğru şekilde dağıtılması gerekir. İşte tam burada konu biraz çatallanabilir. Depremden en fazla etkilenen Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Malatya’yı öncelikli sıraya almak gerekir. Bu bölgelerde göçün ne kadar olduğunu kamu yetkilileri bizlerden çok daha iyi bilir. Bunun yanında bazı ayrımların şehirlerin içindeki ilçelere göre bile yapılması gerekebilir. Yine bu şehirlerde ağır hasarlı binalara sahip olan firmalarımızla, az hasarlı olan firmalarımızın da öncelikleri bir birinden farklı olduğunu da görmemiz gerekir. Depremden etkilenen diğer illerde de aynı durum söz konusu. Buralarda da büyük verimlilik kayıplarının olduğu diğer bir gerçeğimiz. Önümüzdeki günlerde depremden hiç etkilenmeyen şehirlerde bile tedarik zincirindeki geçici kırılmalardan dolayı etkilenebilecek sektörler ve firmalarımız olabilir. Kamu ve sivil toplum örgütlerinin tüm bu konuları ve daha fazlasını düşünmeleri, bölgedeki sanayicilerle iyi iletişimde olmaları önümüzdeki günler için çok önemli olacaktır. Yani konvansiyonel bir destek yerine sofistike bir yaklaşım gerekebilir.
Diğer yandan bir başka önemli sorunda insan kaynağı problemi. Bir fabrikayı durdurmak bir dakika bile almazken, duran fabrikayı aynı kapasite ile üretime başlatmak aylar alabilir. Bir de üstüne farklı şehirlere göç etmek durumunda kalan insan kaynağını düşünecek olursak, deprem öncesi üretim seviyesine dönmek kolay olmayacak gibi gözüküyor. Çok dikkati düşünerek, ince ayrıntıları da içine katarak akılcı adımlar atmamız gerekiyor.
Konteyner kentler ya da kalıcı konutlar tersine göç için yeter mi?
Kim memleketini terk etmek ister? Kim tüm yaşanmışlıklarını, hikâyesini, bir yönüyle hafızasını bırakıp gitmek ister? Kalmakta kolay değil gitmekte. Bugünlerde en çok konuşulan şey deprem sonrası göç edenlerin tekrar şehirlere dönmesi. Bunun içinde sunulan en önemli enstrüman yapılacak konteyner kentler.
Yukarıda da değindiğim üzere konuya insan, psikoloji, sosyoloji ve kültür ekseni üzerinden gideceğim. Benim tanıdığım bölge insanı için ihtiyaç hiyerarşisinde yaşamda kalmanın hemen ardından (yemek, içmek ve barınmak) gelen konu çocuklarının güven içinde eğitimi gelir. Hatta sesimin daha da duyulması için biraz da abartabilirim. Bu coğrafyada insanların evlatlarına adanmış hayatları vardır. Yani bu güzel insanlar için konut kadar eğitim de önemlidir. Bu nedenle konteyner kentlerin yanında çocuklarımızın eğitimi için muhakkak konteyner sınıfları da düşünmemiz gerekir. Bunun yanında bölgeden göç eden öğretmenlerimiz varsa, onların yerine gönüllü öğretmenlerimizi göndermemiz gerekebilir.
Konu eğitime gelmişken burada mevzuyu daha da inceltebiliriz. Daron Acemoğlu’nun Ulusların Düşüşü eserinde yapıcı yıkım kavramını ele alır. Kötüden iyiyi yaratma kabiliyeti. Bu afeti birçok yönden tabiri caiz ise fırsata çevirebiliriz. İstenmeyen üzücü olaylardan iyiyi yaratabiliriz. Tarihe baktığımızda Finlandiya, Güney Kore ya da Japonya gibi ülkelerde yaşanan acılardan iyiyi yaratabildiklerini görüyoruz. Eğer konuları inceltebilirsek, üzerine düşünebilirsek yıllardır özlemini çektiğimiz nitelikli eğitimin kapılarını açabiliriz. Konvansiyonel eğitimin içine edebiyatı, felsefeyi, sanatı, tiyatroyu koyabilirsek bambaşka bir hikâyeyi yazabiliriz.
Başarı ayrıntılarda saklıdır
Bana öyle geliyor ki hız büyük şehirlerde yaşayanlar için yirmi birinci yüzyıl hastalığıdır. Hepimiz her şeyi bir anda yapmak istiyoruz. Biraz bekleyebilir, biraz sabırlı olabilir, biraz düşünebiliriz. Hızın olduğu yerde düşünce olamıyor. Ülkemizin ve insanımızın bu yaraları saracak gücü var, mesele yukarıda da belirttiğim gibi hepimizin kötüden iyiyi üretme gayreti olmalı.
Şehirlerimizi tekrar inşa ederken daha iyinin yanında daha güzeli inşa etmek, konutların, caddelerin, şehrin estetiğini ve mimarisini de düşünmek değerli ve önemli bir konu. Bunun yanında bu trajediyi gelecek nesillere aktarabilecek deprem müzeleri yapmak bizden sonraki nesillerin unutmasını önleyecek bir enstrüman olabilir. Ümit ediyorum ki güzel ülkemizin sanatçıları, yazarları, edebiyatçıları bu acı olay üzerine farklı eserler üretecektir. Aksi takdirde unuturuz. Ülkemizin yetiştirdiği insan kaynağını, on yıllarca edindiğimiz kazanımları bir dakikada kaybedebiliriz.
Neler yapılabilir?
Yukarıda da belirttiğim gibi süreç içinde çözmemiz gerekecek olan yeni problemlerle karşılaşabiliriz. Bu soruya dönem dönem cevap vermek en iyi metodoloji olacaktır. Akut dönemde yapılabilecekler;
1- Bölgede fırından kırtasiyeye, sucudan bakkala esnafın kepenkleri tekrar açması, gerekirse konteyner mağazaların yapılması önemli. Bölgede kalmaya devam eden ve tekrar şehre dönmeyi düşünenler için şehirde tekrar hayatın normale dönmesinin bir işareti olabilir.
2- Sanayide çalışacak insanımız için mümkün olduğunca sanayi bölgelerine ve OSB’lere yakın yerlere konteyner kentlerin kurulması, bu alan içinde çocuklarının eğitimi için sınıfların ve temel ihtiyaçları karşılayabilecek dükkânların olması rutin hayata dönüşü hızlandırabilir.
3- Belirli bir süre için bu bölgede çalışan personelden vergi alınmaması ve bu tutarın çalışanın hesabına yatması bölgede çalışmayı teşvik edecek husus olabilir. Buna benzer destekler iş gücünü artırabilir ve kamunun bazı giderlerini azaltabilir.
4- Özellikle depremden daha fazla etkilenen Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman ve Malatya için KGF ve Exim gibi kaynaklardan finansmana erişim hızlandırılmalı ve nefes almaları sağlanmalı.
5- Böylesine büyük bir felaketi yaşayan insanlarda zaman, mekân ve öncelik hususu kaybolabilirmiş. Özellikle bu dört ilde üretim yapan firmalar için ücretsiz kriz yönetimi eğitimleri ve danışmanlıkları verilebilir.
6- 2023 yılında öncelikle bu dört ilde ihracat yapan firmalarımızın yurt dışı fuar ve heyetlere ücretsiz olarak katılımı sağlanabilir. İhracatçı firmalarımızın yıllar içinde kazandığı müşterileriyle iletişimleri bir şekilde devamı sağlanabilir.