Denizleri kim korur?

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ

İki olay

İki yıl önce bir yaz günü, sabahın erken saatlerinde yürüyüşümüzü yapıyorduk. Sabahın o ıslak ot kokusu, denizin kokusuna karışmıştı; huzur içinde yürüyorduk Ancak bir otelin yakınından geçerken denizden gelen pis bir koku ile bu huzur bozuldu. Deniz kenarına indiğimizde bir borudan denize su aktığını gördük. Boru, otelin alt tarafındaki “arıtma tesisi” diye anılan, ama henüz çalıştırılmayan yerden, bir depodan geliyordu. Depoya gelen suyun kaynağı ise, o an çalışmakta olan, 500-600 metre ötedeki, yine aynı kuruluşa ait başka bir oteldi. Su, atık su idi ve arıtılmamıştı. Durumu telefon ile kayıt ettik. Komşu otelin sahipleri ile konuştuk. Onlar da gece gelen kokudan rahatsız olmuşlardı.

Yapacağımız şikâyetin daha etkili olması için taraftar toplama işine giriştik. Üç köyün, pis suyun aktığı koyda toprakları vardı. Kaymakamlığa yapacağımız şikâyete muhtarların da gelmelerini istedik. Ancak gelmek istemediler. Söz konusu koy çevresindeki diğer otel sahiplerine durumu anlattık. Onlardan da gelen olmadı. İş başa düşmüştü. Sonunda kaymakamlığa biz iki arkadaş giderek şikâyet dilekçemizi ilettik. Şikâyetimiz işe yaramıştı. O yıl başka bir olaya tanık olmadık.
Geçen yıl yine benzer bir olay yaşadık. Bu kez boşaltma borusu deniz içine uzatılmıştı. Benim yürüyüşte olmadığım bir sabah arkadaşım durumu tespit etmiş ve denize salınan köpüklü pis suyun videosunu çekmişti. Bu kez dilekçe, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ne verildi. Dilekçe verildikten 2-3 gün sonra bizi söz konusu müdürlükten aradılar. İki görevli mühendis gelip bizle görüştüler. Pis suyun kaynağı otelde incelemeler yaptılar. Otel sorumlusu, pis suyun denize boşaltılması iddiasını reddetmiş. Foseptik havuzunu vidanjörle boşattırıp çektirdiklerini söylemiş. Ve 2-3 tane de vidanjör makbuzu göstermiş. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nden gelen mühendisler “Şikâyetin dillendirilmesi için pis su denize atılırken çağrılmaları gerektiğini” belirttiler. Müdürlüğün elindeki imkânların kısıtlı olduğunu, bu nedenle düzenli kontrolleri ancak büyük tesisler için yapabildiklerini söylediler. O günden sonra geçen yıl başka bir boşaltma olayına rastlamadık.

Bu yıl neler yaşayacağız diye merak ediyorum.

Yorumlar

Sanki Tabiat Ana “Ne bilimin sesini dinliyorlar, ne vicdanlarının. Denizin dibini de görmüyorlar. Dur şunlara görebilecekleri, koklayabilecekleri yüzeyden bir salvo yollayayım” dedi. Marmara kıyılarını müsilaj (deniz salyası) bastı. Şu an Marmara’dan başlayarak Ege ve Karadeniz’i de tehdit eden müsilaj felaketi bana yukarda anlattığım olayları hatırlattı. Yıllardır çevreye kıyarken gözünü kırpmayan yetkililer sıkı çevreci kesilip büyük sözler etmeye başladılar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çalıştay düzenledi. Bir de “Adet yerini bulsun” genelgesi yayımlandı.

Bu deniz salyası sorunu bir günde ortaya çıkmadı ki, hemen çözülsün. Yıllardır denizlerin kirlenmesini önleme; sonra da yılların birikimi bir sorunu hemen çözeceğini san. Bu yaklaşım biçimi, toplumumuzda yaygın olan bir eksikliktir. Olaylara stratejik açıdan, uzun dönemli bakamama eksikliğidir bu. Ancak deniz salyasını kıyısında görünce işin farkına varacak, ancak salya bir tarafına yapışınca olayın önemini kavrayacak öngörüsüzlükten gelen bir eksiklik. Örneğin, müsilajın balıkçılığa olumsuz etkisi yaşanmaya başlamıştı. Turizme etkisini de pek yakında göreceğiz. Benzer şekilde siyanürle altın arama, HES’ler ve taş ocaklarının doğaya yaptığı tahribatların sonuçlarını da ancak iş işten geçtikten sonra göreceğiz.

Bilim insanları deniz salyasının üç nedeni olduğunu dile getiriyor: Küresel ısınma,
denizdeki akıntı eksikliği ve kirlenme. Görünen en önemli faktör, kirlenme. Bizim koyda henüz Marmara’da görülen boyutta bir kirlenme yaşamıyoruz. Ancak yukardaki olayla bu işin nasıl gerçekleştiğinin bir modelini gördük. Olayın bir devlet, bir de halk ayağı var.

Olayın devlet ayağı şöyle. Denizlerimiz, doğal çevremiz. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın misyon ifadesinde “Doğal çevreyi korumak” ibaresi yer alıyor. Ama görünen o ki, bakanlık bu görevi yapmıyor, yapamıyor. Eğer yapsaydı, örneğin şimdi müsilaj sorunumuz olmazdı. Yukarda anlattığım olaylarda da bunun bir örneğine tanık olduk. İl müdürlüğünden gelenler şikâyetimiz üstüne gelmişlerdi, ama sanki problemi çözmek için gelmemişlerdi. Kendilerinde ne mühendislik disiplininin pratik, çözümcü yaklaşımını, ne de çevreye sahip çıkma heyecanını görebildim.

Örneğin, gece kaçak boşaltım yapan bir tesis için “Suyu boşaltırlarken bizi çağırın, örnek alalım” yaklaşımının uygulanabilirliği yoktu. Ama karmaşık havuz problemleri çözerek üniversiteye girmiş ve mühendislik disiplini almış birisi için foseptik havuzunun boşalmasının yasal biçimde yapılıp yapılmadığını bulmak sıradan bir işti. Problem şöyle formüle edilebilirdi. Verilenler: Geçen bir ay içinde otelde kalan kişi sayısı. Personel sayısı. Foseptik havuzunun hacmi. Bir kişinin günde kullandığı ortalama su miktarı da istatistiklerden alınabilir. Sorulan: Bu foseptik havuzu ne kadar günde dolar? Ote yandan vidanjör ödemelerinden gelen makbuzlara bakarak foseptik havuzunun bir ayda kaç kez boşaldığı da bellidir. Bu iki rakam karşılaştırılarak “foseptik havuzu usulüne uygun boşaltılmış mı, boşaltılmamış mı?” sorusunun cevabı bulunabilirdi. Ama çevreyi korumakla görevli bakanlığın temsilcileri böyle bir yaklaşımı benimsememişlerdi. Öte yandan, devlet bürokrasisinin en uç noktasındaki, devletin temsilcisi muhtarlar; turizm gelirleri ile köyüne ekonomik zenginlik getiren denizine sahip çıkmayan muhtarlar da bu çevre soruna seyirci kalmayı seçmişlerdi.

Çevre olaylarında bir diğer boyut, halkımızın davranış biçimidir. Ne yazık ki, çevre bilinci oluşmamış bir insan topluluğu ile karşı karşıyayız. Sahip olduğu çevrenin değerini bilmeyen, ona sahip çıkmayan, bilinçsiz, sorumsuz bir topluluk. Bu davranış biçimi, sıradan halk yanında iş adamları için de geçerlidir. Örneğin, eğer koy kirlenirse, buraya müşteri olarak kimsenin gelemeyeceğini düşünemeyen, bulunduğu koya foseptik suyunu boşaltan, uzun dönemli düşünemeyen otel sahibi iş adamları. Ekmek teknesine sahip çıkmayan, denize pis su boşaltılmasına karşı çıkma cesareti gösteremeyen, bu sorumluluğu üstlenemeyen diğer otellerin sahibi iş adamları.

Sonuç

Devlet bütçesi, hangi konuya ne kadar önem verildiğinin bir göstergesidir. Bu yılın bütçe rakamlarına baktım. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesi 3,3 milyar TL. Bir karşılaştırma olsun diye söyleyeyim; örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2021 bütçesi 12.9 milyar TL. Bu bütçe ve bu anlayışla çevreyi ve denizlerimizi koruyamayız. Olsa olsa, çevrenin ruhuna fatiha okuyacak, denizlerin cenaze namazını kıldıracak din adamları yetiştiririz.

Çevrenin korunmasında devletin sorumluluğu önemlidir. Ancak konunun esas sahibi halktır; çözüm, halktadır. Eğer herkes yurdumuzun üç yanını çeviren denizlerin bize bahşedilmiş bir nimet olduğunu anlarsa; çevrenin bize emanet verildiğini, gelecek kuşaklara, emanete hıyanetlik etmeden, aktarmamız gerektiğinin bilincine varırsa denizler korunur; çevre de korunur. Sadece anlık ekonomik çıkarı düşünen, stratejik düşünce yoksulu yetkililere rağmen korunur.

Tüm yazılarını göster