Dünya, iki dünya savaşının arasındaki dönemin bir benzerine doğru hızla ilerliyor; 2020'li yıllar, diktatörlüklerin Avrupa'da ve Uzak Asya'da hakim olduğu, sonunda yerküreyi en büyük savaşa sürükleyen 1930'ların sonunu hatırlatıyor.
Merkezde bu kez, ikinci dünya savaşı öncesi dönemin "demokrasi adası" olarak görülen ABD var. Trump'ın ikinci başkanlık döneminin ABD'deki denge-denetleme sistemini yerle bir edecek adımlara sahne olacağı endişesi sadece Amerikan halkında değil, tüm dünyada hakim.
Nitekim Trump'ın kabine üyelerine ilişkin seçimleri, özellikle "Amerikan bürokrasisini zapt-ı rapt altına almakla" görevli yeni bir bakanlık oluşturması, başına da Tesla'nın ve X'in patronu Elon Musk'ı koyması, demokrasilerin olmazsa olmazı denge-denetleme sisteminin ABD'de karşılaşacağı en büyük sıkıntı olacak gibi duruyor.
Gelen tehlikeyi bizzat Trump'ın partisinden bazı isimler de görüyor gibi; Savunma Bakanı olarak atanacağı açıklanan Fox TV spikeri Pete Hegseth'e karşı Amerikan Kongresi'nde Cumhuriyetçi kesimden de homurtular duyulmaya başladı. O kadar ki, Kongre'den onay alamayacağı endişesiyle Trump'ın Hegseth'in yerine Florida Valisi DeSantis'i ABD'nin devasa askeri sisteminin başına getirmeyi düşündüğü haberleri basına sızdı. Trump'ın diğer başka bakan adaylarına karşı da siyasi tepki, sadece Demokrat kesimde değil, Cumhuriyetçi kesimde de büyüyor. Bakalım ABD demokrasisinin denge-denetleme sistemi, Başkanlığı kazanan, üstüne Kongre'nin iki kesiminde de çoğunluk sağlayan Cumhuriyetçi Parti içinde işleyebilecek mi?
AB'nin en büyük iki ülkesinde siyasi kaos
Avrupa demokrasilerinde de durum ABD'den farklı değil; AB'nin en büyük iki ülkesinde, Almanya ve Fransa'da siyasi kaos hakim. Fransa'da yaz aylarında yapılan seçimlerin ardından Cumhurbaşkanı Macron'un Anayasal yetkilerini çokça "esneterek" atadığı Başbakan Barnier'in başı bütçe ile dertte. Fransız Parlamentosu'nda çoğunluğun desteğine sahip olmayan Barnier'i bütçe meselesi üzerinden düşürmek için hem sol ittifak, hem de aşırı sağcı partiler harekete geçmiş durumda. Fransa yeni yıla "hükümetsiz" girecek gibi duruyor.
Almanya'da ise birkaç ay içinde yapılacak olan federal seçimlerin yarattığı siyasi belirsizlik hakim. Anketlerde ırkçı AfD tarihte ilk kez Sosyal Demokratları geçerek, ikinci sıraya oturmuş görünüyor. AfD birkaç ay önce gerçekleşen yerel seçimlerinde eskiden Doğu Almanya sınırları içinde olan eyaletlerde yerel hükümetleri kazanmayı başarmıştı. Irkçı partinin şimdi de federal düzeyde iktidara bu kadar yaklaşıyor olmasının ülkede yarattığı "siyasi panik" havası o kadar artmış durumda ki, Almanya'da AfD'nin kapatılması bile konuşulur oldu.
Tüm bunlara elbette dışarıya karşı "demokrat" bir imaj veren, ancak ülke içinde ifade özgürlüğü ve temel haklara karşı adeta savaş açan İtalya'daki aşırı sağ koalisyonu da eklemek gerek. AB'nin bir başka büyük ülkesi Macaristan'da ise sağcı popülist Orban hükümetinin tavrı ve duruşu ise zaten herkesçe malum. Hollanda ve Avusturya da aşırı sağcılar artık ya iktidar ortağı ya da iktidar adayı konumunda.
Kore'de altı saatlik sıkıyönetim
Demokratik ülkelerdeki "hazan mevsimi" sadece ABD ve Avrupa ülkeleri ile sınırlı da değil üstelik; Ortadoğu'da "demokrasi" olarak anılan İsrail'de aşırı sağcı hükümet Gazze'de soykırıma varan operasyonlar yapıyor, "ulusal beka" söyleminin ardına sığınıp, cinnet geçirircesine Lübnan'a, Suriye'ye, İran'a saldırılar düzenliyor. İsrail koalisyon hükümetindeki ırkçı partiler "Yahudiler rahatsız oluyor" diye camilerde Ezan okunmasını bile yasaklamanın peşine düşmüş durumda.
1.5 milyara varan nüfusu nedeniyle "dünyanın en kalabalık demokrasisi" olarak anılan Hindistan'da ise Hindu Başbakan Modi Müslüman vatandaşlarının haklarını çıkardığı yasalarla birer birer kısıtlıyor.
Uzak Asya'da da durum pek farklı değil; Dünyanın "güçlü demokrasileri" arasında anılan Güney Kore ise bu hafta bizzat Cumhurbaşkanı eliyle gerçekleşen "sivil darbe" atlattı. Kore'de Nisan ayında yapılan parlamento seçimlerinde Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol'ün partisi çoğunluğu kaybetmişti. Cumhurbaşkanı ve karısı hakkında parlamento eliyle yolsuzluk soruşturmaları açılmaya başlayıp, üzerine bir de devlet bütçesi reddedilme yoluna girince, Yoon da çareyi "sıkıyönetim" ilan edip parlamentoyu dağıtmakta buldu. Ancak muhalefetin kararlı duruşu ve halkın da sıkıyönetime direnmesi ile Güney Kore 6 saatlik bir aranın ardından, demokrasiye geri döndü.
Kore'de yaşananlar tüm dünyaya da denge-denetleme sisteminin önemini de gösterdi.
Darısı diğer demokrasilerin ve "yarı demokrasilerin" başına...