DEİK’te gereksiz yarışa karşı önlem alınacak

Jale ÖZGENTÜRK Ekonomi Fısıltıları

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) 1985’te Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) bünyesinde kurulan ancak 2014’te Ekonomi Bakanlığı’nın bünyesine geçen bir meslek örgütü.
146 iş konseyi ile Türkiye’nin dış ülkelerdeki iş seyahatlerinin organizasyonunu yapıyor, karşılıklı iş konseyleri ile Türkiye’nin ihracatına katkıda bulunmayı hedefliyor.

Geçen hafta bu iş konseylerinde seçimler vardı. 146 iş konseyinin 120’sine tek liste ile girildi, başkanlar belirlendi. Ancak 10 iş konseyinde DEİK’in kurucu örgütlerinden MÜSİAD ve ASKON’un arkasında olduğu yarış sonucu Libya, Lübnan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Vietnam, Suriye gibi iş konseylerinde ciddi bir rekabet yaşandı.

DEİK üyeleri arasında rahatsızlık yaratan bu yarıştan sonra seçimlerden memnun olmayan bazı üyelerin de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazdığı önü sürüldü.
İddialara göre DEİK’in güçlenmek için üye sayısını arttırmak istemesiyle kolaylaştırdığı aidat indirimi gibi destekler, MÜSİAD’ın etkinliğini arttırmak istemesine neden oldu.
DEİK’ten bazı iş konseyi üyeleriyle konuştum. Bu rekabetin hizmet ağırlıklı çalışan bir meslek kurumuna uygun olmadığını söylüyorlar. “DEİK’in görevi Türkiye’nin dış dünyada imajını yükseltmek, ihracata katkıda bulunacak işbirliklerini geliştirmek. Burada bir rant yok. Aksine fedakarlık var” diyorlar. Aldığım bilgilere göre bir sonraki seçimde iş konseylerinde üyelik konusunda yeni kararlar alınması düşünülüyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılacağı 25 Ocak’ta yapılacak Genel Kurul’da ise yönetim ve icra kurulları yeniden belirlenecek.

ŞAHENK GİDEBİLİR, BÜYÜKEKŞİ GELEBİLİR

DEİK Yönetim Kurulu; biri başkan olmak üzere toplam 35 üyeden oluşuyor. Kurulda iş konseyleri başkanları arasından 11 üye, kurucu kurumlar TOBB, TİM, MÜSİAD ve Türkiye Müteahitler Birliği başkanlarından oluşan 4 üye, diğer kurucu kuruluş ve kurumsal üye temsilcileri arasından 9 üye ve DEİK üyeleri arasından 10 üye yer alıyor.

Yeni dönemde Yönetim Kurulu’nda çok büyük değişiklikler beklenmiyor ancak toplantılara katılamayan bazı üyelerin yerine yeni isimler gelmesi bekleniyor. Bu isimler arasında Ferit Şahenk öne çıkıyor. Tuncay Özilhan ve Rona Yırcalı’nın iş konseylerinden ayrılması yönetim kuruluna yeni isimler için yer açıyor. Ancak yıllarca başkanlık yapan Yırcalı’nın bir kurumdan seçilme ihtimali olduğu söyleniyor. Gelecek isimlerden bir başkasının Mehmet Büyükekşi olması da sürpriz olmayacak.

Yönetim Kurulu’nda yer alan Ali Koç ve Güler Sabancı’nın ise ailelerini temsilen yer alıp almayacakları da hafta sonu belli olacak.

ÖZERKLİK TALEBİ SÜRÜYOR

DEİK’te başkan değişikliği beklenmiyor. Ancak karar tabii ki Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın uhdesinde.

İş dünyasının bu konuda talebi ise daha önce dile getirildiği gibi özerkliğe yeniden kavuşmak. Özellikle Avrupa ülkeleri ve ABD’de resmi kurum olarak görünen DEİK’in sıkıntı yarattığı belirtiliyor ve yeniden özerk olması isteniyor. Gerekçesi ise şöyle:

“DEİK bir nevi sivil toplum örgütü olursa gücü daha artar. Bu ülkelerde TÜSİAD daha etkin. Özerklik gelirse TÜSİAD da üyeliğe tekrar dönebilir. İş dünyasının gücü artar.”
Yeniden eskiye dönülür mü? Zor görünüyor.

Kamuda karar kalitesi geriledi

Kamunun karar kalitesi… Ne demek? Diyelim ki bir baraj yapılacak. Önce paydaş katılımı, bu kararın çevreye, ekonomiye, topluma yapacağı etkinin analizi, uygulamadan sonra da değerlendirme analizi ile mi başlamak gerekir?

Yoksa bütün bunları yapmadan ağaçları keserek başlamak mı? Türkiye’da kamu uzun süredir ikinci yolu seçerek iş yapıyor. Yani kamuda karar alma süreçleri başarılı mı değil mi konusunu belirleyen üç kritere uyulmadan kararlar alınıyor, uygulanıyor, yanlış çıkarsa sonra vazgeçiliyor, yeniden yapılıyor.

Kararın yanlış olması demek ise vatandaşın mutsuz olması demek. Durumun böyle olduğunu açıkça ortaya koyan bir rapor açıklandı geçen hafta…

OECD Düzenleyici Politikalar Bölüm Başkanı ve Argüden Yönetişim Akademisi Danışma Kurulu üyesi Nick Malyshev ve Argüden Yönetişim Akademisi Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Dr. Yılmaz Argüden, üç yılda bir yapılan “Kamuda Karar Alma Süreçlerinin Değerlendirilmesi” raporunu açıkladı.

Rapor üye ülkelerin kamu otoritelerine gönderilen anketteki soru setine gelen cevaplara göre hazırlanıyor. Raporda 2015’te toplam ülke sayısı 34 iken, 2018’de 38 ülke rapora dahil olmuş.

Rapor sonuçları Argüden ve Malyshev tarafından “iyileştirme yapmak için çok fırsat var” şeklinde olumlu yorumla açıklandı. Ama ne yazık ki sonuçlar hiç iç açıcı değil.

Verilen bilgiye göre, karar alma sürecine paydaşların katılımı konusunda 2015’te 34 ülke arasında 16’ncı sırada olan Türkiye, 2018’de 38 ülke arasında 32’nci sıraya gerilemiş. Düzenleme öncesi etki analizinde 2015’te 29’uncu sıradayken 2018’de 33’üncü sıraya, uygulama sonrası değerlendirmede de 2015 yılında 33’üncüyken, 2018’de 35’inci sıraya gerilemişiz. Yani karar alma süreçlerinin kalitesinde Türkiye geriye gitmiş.

Argüden, düzenlemeler yapılırken ön şartlardan birinin katılımcı demokrasisi olduğunu anlatırken, iyi yönetişime sahip olmanın getirisinden birinin ise yüksek kredi notu ve düşük finansman maliyeti olduğunu ekliyor.

Yanlış karar hem kaynak hem güven israfı demek. Oysa Türkiye gibi kaynakları kısıtlı bir ülkenin her kararını iş bittikten sonra değil, adım atmadan önce enine boyuna tartışması, adil ve şeffaf karar alması, gerekmez mi?

Tüm yazılarını göster