Dün Dünya Bankası (DB) “Dalgalarda Yön Tayin Etmek” alt başlığıyla “Türkiye Ekonomik Monitörü’nün son sayısını yayınladı. Doğal olarak rapor 2020’de COVİD-19 karşısında alınan önlemler ve bunların ekonomik göstergelere yansımasına yoğunlaşmış durumda.
DB pandemiye karşı alınan ekonomik tedbirlerin 2020’nin 2. yarısında ekonomik aktivitede hızlı bir toparlanmaya sebep olduğunu belirterek kredi destek paketleri de dikkate alındığında alınan tedbirlerin milli hasılaya oranının G20 içerisinde yer alan 9 gelişmekte olan ülkenin ortalamasının üstünde olduğu vurgusunu yapıyor. Ancak şahsen ekonomik tedbirlerin ne kadar doğru hedeflere yönlendirildiğinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, bu tedbirler sonucunda ülke ekonomisinde aşırı artmış bulunan kırılganlıkları da hesaba katmak gerekir. (Arjantin’i bir kenara bırakırsak – ki bu ülkenin neden hâlâ G20’de yer aldığını da anlamış değilim – diğer 7 ülkenin hiçbirinin kırılganlığı bizim kadar artmış değil.)
DB yaz aylarında pandemi tedbirlerinin gevşetilmesi ile birlikte artan ekonomik aktivite sayesinde Türkiye’nin 2020'de pozitif büyüme gösteren birkaç G20 ülkesinden biri olduğunu belirtmiş. Ancak unutmayalım ki, bu süreçte döviz rezervleri hızla geriledi, cari açık arttı, enflasyon kontrolden çıktı, TL hızlı bir şekilde değer kaybetti ve döviz borçlu şirketlerin durumu daha da zorlaştı. Bu süreçte DB’nin kendi hesapladığı yoksulluk kriterlerine göre Türkiye’de yoksulluk oranı 2019'da yüzde 10,2'den 2020'de yüzde 12,2'ye yükselmiş bulunuyor.
DB Türkiye’nin bu sene özellikle ihracattaki toparlanmaya bağlı olarak, yüzde 5 oranında büyümesini bekliyor. Burada da DB’yi biraz fazla iyimser buluyorum. Evet, Türkiye istatistiki olarak yüzde 5 büyüyecektir. Ancak bu büyüme çok büyük ölçüde geçen sene 2. çeyrekteki yüzde 10.3’lük daralmanın baz etkisiyle gerçekleşecek. Gelişmiş ülkelerdeki büyüme artışıyla birlikte ihracatımızın ivmeleneceği de muhakkak. Ancak bunun karşısında artan dünya emtia ve gıda fiyatlarının yaratacağı baskı var. Ayrıca, salgının kontrol altına alınması için daha önce hiç hesapta olmayan tedbirler de almak durumunda kalıyoruz. Aşılamada da hem yurtiçi, hem de yurtdışı kaynaklı gecikmeler nedeniyle turizmde beklenen canlanma olamayabilir. Belki de bütün bunlardan da önemli olan ekonominin artık günü kurtarma politikaları ile gidecek bir yerinin kalmamış olması. Bundan sonra çok iyi planlanmış, yabancı ve yerli yatırımcılara güven vererek onları cezbedecek kapsamlı reformlar yapılması gerekiyor.
DB’nin genel yaklaşımıyla da ilgili bir iki şey söylenebilir. Bilindiği gibi İMF ödemeler dengesi ve sermaye hareketleri problemlerine odaklanırken DB kalkınma konusundaki çalışmalarıyla ön plana çıkar. Ancak son yıllarda (özellikle 2000’li yıllarla beraber) DB az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelere yakınsama potansiyelleri konusunda çok da ümit veren bir resim çiz(e)miyor doğrusu. Bu ülkelerde artan ve artık kemikleşen yüksek işsizlik konusunda somut bir öneride de bulunamıyor. Halbuki 90’lı yıllarda yayınlanan raporlar GOP’lar açısından çok daha iyimser senaryolar ortaya koyuyordu.
Öte yandan, özellikle Trump ile birlikte ortaya çıkan korumacılık dalgası da bizim gibi ülkelerin geleceği açısından hiç olumlu işaretler vermiyor. Yerine gelen Biden da bu yaklaşımı pek değiştirecek gibi gözükmüyor. Bir de bugünlerde Fed’in başında “nasıl finansal piyasalarda türbülans yaratmadan, GOP’ları da iyice durgunluğa sürüklemeden “likidite daraltma – faiz artırma” kararlarını anons edebilirim” kaygısı var. Bilindiği gibi 2013’de Bernanke böyle bir durumu kıyısından da olsa dillendirmeye kalktığında yer yerinden oynamış, TL 6 ay içinde yüzde 25 değer kaybetmişti. Ancak o gün brüt döviz rezervlerimiz 130 milyar dolardı, bugün ise 90 milyar doların altında!!!