Daha önceleri ben de “İşletme yönetiminin önemli işlerinden biri işletmeyi ‘dayanıklı’ hale getirmektir” demiştim. Dayanıklı derken işletmenin risk ve belirsizliklerden doğacak dalgalanmalardan en az etkilenmesini sağlamak, oluşabilecek olumsuz koşullar altında rantabl bir şekilde yaşamaya ve hatta büyümeye devam edebilecek bir yönetim (strateji tasarım ve uygulaması ile insan gücü, mali, enformasyon ve know-how, fiziki tesisler ve altyapı, stratejik işbirlikleri ve ortaklıklar kaynaklarının planlanması, tedarik ve dağıtımı ve denetimi süreçleri) ve işletme düzenine (üretim ve pazarlama) süreçlerine sahip olmasını kastediyorum. Risk derken olma olasılığı öngörülebilecek gelişmelerden, belirsizlik derken de olma olasılığı bilinemeyecek gelişmelerden bahsediyorum.
Peki bu nasıl yapılacak. Benim övünerek size tavsiye edebileceğim uygulanabilir bir fikrim yok. “O zaman neden bu yazıyı yazıyorsun?” diye haklı eleştiri getirecek dostlara “Ben size literatür ne diyor onu anlatıyorum. Benden hesap soracağınıza yazarlara sorun” dışında verebileceğim daha az saldırgan bir cevap “Bu köşenin başlığı ‘sohbet’. Biz de sohbet ediyoruz işte” olur.
Bermutat, bu konuda literatürde işletmecileri uyaran yazarlar anılan ‘dayanıklı’ işletmelerin nasıl kurulacağı konusunda uygulanabilir şeyler ve fazla bir detay vermiyorlar. Onun için bu öneri de yüzlerce diğer öneri gibi zihinsel kütüphanelerimizin “duyduğumuz iyi oldu vallahi” rafına kaldırılacak gibi geliyor bana.
Çare var veya yok ama işletmelerin ‘dayanıklılığı’ hafife alınacak bir konu değil, Söz gelimi, Rusya geleneksel olarak Avrupa’nın petrol gereksiniminin yüzde 20’sini, doğal gaz gereksiniminin yüzde 30’unu sağlardı. Bazı Avrupa ülkelerinin enerji ihtiyaçlarının yüzde 50’sini bazılarının yüzde 100’ünü Rusya’dan karşıladıklarını herkes biliyor. Bir Ukrayna-Rusya savaşı patlıyor tüketici ürünleri üreten Avrupa işletmelerinin normalde işletme maliyetlerinin yüzde 1-2’sini oluşturan enerji maliyetleri yüzde 6-10’a yükseliyor.
Bu durumda işletmeler net-sıfır olarak bilinen programlarının uygulamalarını bir kez daha düşünüyorlar. Türkiye’nin de 2053 hedefi olarak aldığı net-sıfır hedefine ulaşılması bu şartlar altında zor görülüyor.
Çığ gibi büyüyen, aklınıza gelen gelmeyen her türlü yerde şart olan yarı-iletken (semiconductor) talebinin karşılanamaması öngörülebilir miydi bilemiyorum ama ortada. %100 kapasitede çalışan işletmeler bile talebe cevap veremedikleri için kullanıcılarının üretim zamanlarında bazen altı ayı geçen gecikmelere rastlanıyor.
Özellikle oto sanayii bundan çok etkileniyor. Yarı-iletken imalatçılarının karmaşıklıkları gittikçe artan tasarımlar, vasıflı eleman sıkıntısı ve küresel tedarik zincirindeki aksamalar nedeniyle bu sıkıntılarından kolaylıkla kurtulabilecekleri pek olası görünmüyor.
Bunlar riskler miydi, yani öngörülebilirler miydi, yoksa öngörülemeyecek belirsizlikler miydi bilemem ama ortadalar. Dediğim gibi bunlar gibi risk ve/veya belirsizlik nedenlerine bağlı şok dalgalarının işletme üzerindeki olumsuz etkilerini asgariye indirmek için önerilen çare ‘dayanıklı işletmeler’ inşa etmek.
Bazı yazarlar risklerin gerçekleşmesinin sonuçlarının işletmeye zarar vermesini önlemek veya asgariye indirmek için geleneksel görev timleri (task force), komisyonlar kurulmasının artık modasının geçtiğini bunların derde deva olamayacaklarını ileri sürerek bunlardan vazgeçilmesini bazen aşırı! bir şevkle öneriyorlar. Bunun bir vakit israfı olup Napolyon Bonapart’a atfedilen “Halledilmesini istemediğim meseleleri komisyonlara havale ederim” deyişini hatırlatıyorlar. Hatırlatıyorlar ama pratik bir alternatif de pek sunmuyorlar. Söyledikleri yöneticilerin tüm örgütü içerecek esnek ve kalıcı bir çözüm bulmaları. Demesi kolay!
Bir başka öneri bazı olumsuzlukların öngörülebileceği (yani riskler) ve buna erken önlem almanın yanı sıra riskin olumsuz etkileri azalınca veya geçince ne yapılacağı konusunda planlar yapmak. Doğru söze ne demeli? Söz gelimi Global çapta bir resesyonun bu olmadı bir durgunluğun geleceği biliniyor. Yani yakın gelecekte ekonomiler yavaşlayacak. Enflasyonu takip eden resesyon iyi haber olmasa gerek.
Yavaşlamanın sonucu azalan satış ve karları telafi etmek amacıyla işletmelerin iş gücü tensikatına gitmeleri, sermaye yatırımlarını kısma, pazarlama ve araştırma geliştirme harcamalarını düşürme gibi önlemlere başvuracakları beklentileri var.
Bunun yanında finansman sıkıntıları, tahsilatta zorluklar ve iflaslar da bekleniyor. Gelgelelim bunun ne kadar süreceği belli değil. Bazı durgunluklar kısa süreli ve hafif olabilirler. İşletmelerin resesyon bitince ne yapacakları konusunda hazırlıklar yapması iyi bir tavsiye. Bu hazırlığı yapan işletmeler ‘dayanıklı’ işletmeler sayılıyor.
Literatür tahminler yapmak için emek ve vakit harcamayın diyor. Bir ara işletmelere hararetle önerilen ‘geleceği’ tahmin yöntem ve bu yöntemleri kurumsallaştırma artık demode önerilerden sayılıyor. Dayanıklı işletmeler artık tahmin yapmıyor ‘senaryo’ çalışmaları yapıyorlarmış. Önerilen de bu.
Senaryo çalışmalarını daha önce bu köşede irdelemiştik. Ben de istatistiksel veya ne neyse başka yöntemlerle tahin yapmak yerine (senelerce dersini verdiğim bu konuya gerekirse bir ara değiniriz) senaryo çalışmalarını yeğliyorum. Bu tercihimin bir nedeni tahmin yöntemlerini uygulayanların bu yöntemlerin dayandıkları kuramsal varsayımlarını hiçe sayarak iş yapmaları. Neticede bilimsel bir yöntem kullanıyoruz. Sonuçları yanlış veya bir işe yaramaz çıksa bile “ne yapalım bilimsel yöntem” kullandık diyebilmenin kalkanını kullanmaları. Son 20 küsür senede tahmin yöntemleri globalleşmede yavaşlamayı, COVID-19 pandemisini ve onun etkilerini, tedarik zincirindeki aksamaları, Rusya Ukrayna olayını ve enflasyonun azmasını ön göremediler. Halbuki senaryo yöntemleri bu konularda daha iyi sonuçlar doğurabilirdi. Senaryo yöntemlerinde dikkat edilmesi gereken en önemli şey bu senaryoların gelişmelere göre sık sık gözden geçirilip ayarlanmasıdır.
Dayanıklılık konusunda yönetimin yapması gereken şeylere bir ilave de acil sorunların önemli ve uzun dönem sorunlarından ayırt edilmesi konusu. İşletmecilik konusunda yıllardır işlediğim temalardan biri budur. İnceleme olanağı bulduğum başarılı işletmeciler ister bilgi ve deneyimlerine dayanarak koku alma yetenekleri sayesinde hangi sorun acildir hangi sorun önemlidir, hangi sorunun çözümü için ne kadar vaktimiz var sorularının cevaplarını adeta refleks olarak cevaplandırabilenlerdi.
Bazen dayanıklı işletmeler beklenenin aksini yapan şirketler olarak da göze batıyorlar. Söz gelimi durgunluk ortamında veya beklentileri altında kabuğuna çekilmek ve adeta büzülmek doğal bir tepki olarak görülür. Bu koşullar altında yeni iş sahalarını araştırmak başka işletmelere yatırım yapmak gibi girişimler ileride, özellikle resesyonun bitiminde, işletmeye büyük rekabet gücünü kazandırabilir. Yani olumsuz koşullar altında bile ileriye dönük büyüme planları yapılmasının, hatta bu yönde adımlar atılmasının faydası var zararı yok. İşte böyle.
Sağlıcakla kalın.