Daron Acemoğlu kazandı ama!

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Bu sene İsveç Merkez Bankası’nın Alfred Nobel’e ithafen verdiği ekonomi ödülleri Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James Robinson arasında paylaştırıldı. Açık söylemek gerekirse Acemoğlu olmasaydı, diğer ikisi hayat boyu bu ödülü alamazlardı. Öte yandan Acemoğlu’nun bugün olmasa bile, mutlaka bir gün İktisat Nobel’ini alacağı neredeyse kesin gibiydi. Google Scholar'a göre Acemoğlu’nun 247 bin atıfı ve 175'lik bir H-indeksi var, bu da her biri 175'ten fazla atıf alan 175 makale anlamına geliyor ki, bu anormal yüksek bir rakam. Acemoğlu aynı zamanda 40 yaş altı ekonomistlere verilen Alan Bates Clark Ödülü’nün de sahibi. Kendisi ekonomide kullanılan matematiksel teknikleri geliştiren son derece “zorlayıcı” akademik çalışmalarının yanısıra gayet “erişilebilir” ama aynı zamanda bilimsel derinliği de olan çalışmalar ve kitaplar da yazdı (çoğunluğu Johnson veya Robinson ile).

Dünya çapında tanınmış 2 ekonomistimiz Dani Rodrik ve Daron Acemoğlu’nun her ikisinin de kariyerlerinde bir noktadan sonra kalkınma ekonomisine ağırlık vermiş olmaları ilginç. Rodrik küreselleşme, küresel ticaret ve gelişmekte olan ülkeler üzerine yoğunlaşırken, Acemoğlu son 20 yılda Nobel’i kazanmasına da vesile olan kurumların ülkelerin kalkınma yolunda ne kadar etkili olduğu tezini geliştirdi. Bu 2 ekonomistin de iktisadi az gelişmişlik ve kalkınma konularına eğilmiş olmalarını ve bu duruma çözüm aramalarını yetiştikleri topraklarda ekonominin neden bir türlü iyi yönetilemediği ve neden orta gelir tuzağına takılındığı sorularına aradıkları cevaplar yüzünden olduğunu düşünüyorum.

Acemoğlu ve arkadaşları (AJR) bir ülkenin kalkınmasında en önemli rolün “doğru” kurumların ve kurumsallaşmanın olduğu iddiasındalar. Ancak sosyal bilimlerde “kurum” (institution) kavramı oldukça muğlak bir kavram. AJR’nin “kurum”lardan kastettiği ise büyük ölçüde hukukun üstünlüğü ve mülkiyet hakları kavramlarıyla özetlenebilir. AJR’ye göre kurumlar "kapsayıcı" (insanların çoğunluğunun becerilerini en iyi şekilde kullandırtan ve bireylerin istedikleri ekonomik faaliyetlere katılmasına izin veren ve teşvik eden nitelikte) ise, o zaman o ülke refaha kavuşacaktır. Öte yandan kurumlar "dışlayıcı" (insan sermayesini görmezden gelen ve rant ekonomisini teşvik eden nitelikte) ise, o zaman o ülke fakir kalacaktır.

Açık söylemek gerekirse ortaya atılan bu fikirler kulağa çok doğru gelse de (ve bu nedenle rahat bir dille yazılmış kitaplarının alıcısı çok olsa da), bunları ampirik olarak kanıtlanmış bir teori olarak görmek imkansız. Kullandığı geniş zaman aralığı (1500’den günümüze) nedeniyle kullanılan istatistiki bilgilerin doğruluğu bir yana, örneklem boyutunun ister istemez küçük olması da bir problem. Ayrıca AJR’ın bu kurumsal kalkınma teorisini test etmek için ürettikleri kanıtların sağlamlığı da biraz tartışmalı.

Örneğin, AJR en ünlü makalesi olan "Karşılaştırmalı Kalkınmanın Sömürge Kökenleri: Ampirik Bir Araştırma"da çeşitli farklı eski Avrupa kolonileri ele alınıyor. Çalışmada bu kolonilerden bugün zengin olanlarına sömürge günlerinde ​​sömürgeciler tarafından güçlü mülkiyet hakları tesis edildiğini ve bugün fakir olanlara ise o dönemde zayıf mülkiyet hakları tesis edildiğini ortaya konuyor. Ancak bazı ekonomistler bir süre sonra yazıdaki varsayımlarla ilgili kusurlara da işaret etmeye başladılar. (İlginç bir şekilde Nobel komitesi de tanıtım yazısında bu itirazlara yer vermis.) Ekonomistler Avrupalıların yerleşebildiği yerlere sadece mülkiyet hakları ve diğer kurumları getirmediklerini, kendilerini de (insan sermayesi, know-how olarak) getirdiklerini belirttiler. Ayrıca bu yerleşimcilerin geldikleri yerlerle devam eden bağları yeni topraklarla yapılan ticaretin artmasına da büyük katkıda bulundu. Kısaca kurumların büyüme etkisini, insan sermayesinin büyüme etkilerinden deneysel olarak ayırmak imkansız. (Tabii, Acemoğlu’nun zaman zaman bizzat kendisinin de dile getirdiği gibi, bu teori ile yüzde yüz çelişen bir durumun varlığı da söz konusu: Çin’in son 30 yıldaki müthiş kalkınması. Çin kalkınırken Acemoğlu’nun iddia ettiği “kapsayıcı” kurumları ve demokrasiyi kullandığını söylemek imkansız gibi.) 

Sonuçta, anaakım iktisatçılar ve de liberal görüşlü fikir önderleri açısından ortaya atılan fikir cazipti ve bu nedenle de son 20 yılda akademisyenler arasında kendine hatırı sayılır bir ilgi ve çalışma alanı yarattı. Ancak son tahlilde bilimsel olarak kanıtlanması çok zor bir fikire Nobel ödülü verilmiş olması da ilginç oldu doğrusu.

Tüm yazılarını göster