Türkçemiz pek bir güzeldir. Güzeldir de özellikle yabancıların bir ilginç teşhisi vardır. Çoğu yabancı dostum Türkçe konuşmanın hem kolay hem de çok zor olduğunu söylerler. Senelerdir bunu dinlerim. Elbette ben dil uzmanı falan değilim. Yetmiş dört yıllık ömrümde Türkçe dahil bir diğer lisanı zor öğrenmiş yetenek engelli biri olarak bu konuda laf edecek en son kişi benim herhalde. Filipinler Manila’da beş, İsviçre Cenevre’de on sene oturdum ne Tagalog öğrenebildim ne de Fransızca. Neyse, neden kolay diye sorduğumda “Az sayıda kelime ile konuşabiliyorsun” diyorlar. Bazı araştırmalara göre tasarruf sever çoğu halkımız günde 400 kelimeyle gül gibi idare ediyor. Bu iyi. Yabancılara göre iyi olmayan, şeylerin başında kelimelerle anlatılacak şeylerin deyişlerle anlatılması geliyor. Söz gelimi bu satırları okuyan bazılarınız “Hoca tıraşı kes” veya “Kısa kes Aydın abası olsun” diyerek beni sadede gelmeye davet ediyordur. Yabancılara zor gelen bir başka şey de kelimelere eklemeler yaparak türetilen kelimeler. Yabancıların bir cümlede söylediğini biz bir kelimede söyleriz. Söz gelimi ‘inandıramadıklarımızdan …’ bunu İngilizce söylemeye kalkarsanız bir cümle kurmanız gerekir. Bir de bazı takılar var. Mesela ‘danış-danışma’. Buradaki danışma kelimesindeki ‘ma’ takısı danışma işini yapma anlamına gelir. Ama danışma kelimesi aynı zamanda danışma işi anlamına da gelir. Yani, “danışma sonucu veri derleme, çözümleme ve yorum işimiz için falankeş yazılımı aldık” derseniz satın alma kararınızı “Hangi yazılımı alalım?” diye birine sorduktan sonra aldığınız anlamı çıkar. Türkçenin zor bir dil olduğu konusunda hala mutmain(1) olmadınızsa bir dil bilimciye sorun.
Öğretmenler gününde bu veri işlerinde uzmanlaşmış kıymetli bir eski öğrencim ve aile dostum ziyaretimize geldiler. Eskilerin deyimiyle ‘berhudar(2)’ olduk. Tabii iki işletmeci bir araya gelince beş konudan ikisi işletmecilik, biri ‘ne olacak bu Türkiye’nin hali?’ sorusu ve biri de torunlarımızın dahi olduğuna nasıl karar verdiğimiz üzerine yoğunlaştı.
İşletmecilik konuları arasında özellikle dostumun mesleği icabı danışmanlık meselesine yoğunlaştık. Danışmanlık yapmış, yirmi küsur ülkede danışmanlar eğitmiş biri olarak bu danışmanlık işinin bilmediğim bir tarafı olmadığına inanıyorum. Ne danışmanlığı olduğu çok önemli olmamakla beraber bahsettiğim işletme danışmanlığı. Ben danışmanlığa başladığım sıra ABD’de tamamladığım doktora çalışmalarımdan yeni dönmüştüm. 1970’lerin ilk yarısı. O zamanlar üniversitelerimizde enstitü denilen ‘döner sermayeli’ örgütler tıp fakülteleri dışında ya hiçbir yerde yoktu ya da işletmecilik alanında hiçbir yerde yoktu. Hocam, meslektaşım ve dostum rahmetli Muhan Soysal’ın öncülüğünü yaptığı İşletmecilik ve Yönetim Sistemleri Enstitüsü’ne (İYSE) ben müdür olarak üç meslektaşım da yönetim kurulu olarak bir ilke soyunduk. Çok da başarılı olduk. İşletmecilik danışmanlığı yapıyorduk. Öğretmenler Günü vesilesiyle hasret giderdiğim dostumla sohbet esnasında anlaştık ki o tarihten bu yana değişen tek şey üretim, pazarlama ve yönetim konularındaki işlerin yapılmasında kullanılan teknikler, yazılım ve donanım. Yoksa ne işletme konularında (pazarlama ve üretim) yapılan işler değişmiş ne de para, insan kaynakları, fiziki tesisiler ve altyapı, stratejik iş birlikleri ve ilişkiler, enformasyon ve know-how konularında yapılan işler (yönetim). Bunların neden değişemeyeceklerine daha önceki yazılarımda defalarca değinmiştim. Bu nedenle aranızda “Değişmez olur mu?” şeklinde itiraz edecek olan münafıklar varsa onları yazılarımı okumamakla suçlarım.
Neyse gelelim değişmeyen bir başka şeye: Danışma ihtiyacının doğuşu, büyümesi ve ölümü. Benim aktif danışmanlığı bırakalı geçen kırk, aktif danışman eğitimini bırakalı geçen yirmi sene içinde değişmeyen şeylerden biri de bu.
Önce işletmeler neden danışman kullanma ihtiyacı hissederler yani, doğuma bir bakalım. Bunun birkaç nedeni vardır. Önce bir şey moda olmuştur “Ben de isterim” arzusu vardır. Rakipler bir şey yapmıştır, bir fuarda görülmüştür, bir yerde okumuştur, birileri “Herkes yapıyor” demiştir falan filan. İşletmede bunu yapacak biri, bir kuzen, bir başka akraba falan yoktur. Patronlar “Bir bakalım derler”. Veyahut işletme içinde bir teknokrat “Beyefendi su altında sepet örme konusundaki atılımlar...” falan diye patronun kulağına kar suyu kaçırmıştır. Patron da “Bir bakalım” der. Veyahut işe yeni giren veya torpilli veya cin bir herbokolog ‘modernizasyon’ veya ‘reorganizasyon’ veya günün işletmeyi alt üst edecek moda kelimesi neyse onu kullanarak kendini öne çıkarmıştır. Patron da “Bir bakalım” demiştir. Veyahut patrona şu veya bu nedenle bir değişiklik bahanesi lazımdır. Kendi söylemek istemez. Danışmanın söylemesi politik olarak daha doğrudur. Ona söyletmeye çalışır. Bazen ister resmi ister özel olsun bir stratejik ortak veya iş birliği partneri işletmenin kolunu büker “Ya şunu bunu yaparsınız ya da size kız vermem” diye diretir. “Üstelik bu işi falankeş şirkete yaptıracaksınız” zorlaması bile yapabilir. İşletme metazori dışarıdan danışman arar. Yahut zamanında bir bilen kişi bir sistem veya donanımı işletmeye kurmuştur. Ya verim! Alınamamıştır ya da patron değişmiştir o da her yeni patronun yaptığı gibi eski patron ne yaptıysa değiştirmek geleneğine uyarak “Şu sisteme bir bakın” diyerek iş çıkarmıştır. Danışmanlık işi genellikle böyle doğar. Bu tür danışman arayışı doğuştan özürlüdür.
Böyle doğuştan özürlü olsa bile bu danışmanlık işini yapmak için danışmanlık verecek kişi ve örgütler aranır. İşletme büyük ve zenginse büyük ulusal ve uluslararası şirketler üstüne atlarlar. İşletme mütevazi ise danışman kişiler veya küçük danışmanlık şirketleri heveslenirler. Proje ekipleri kurulur. Ekip alacalı bulacalı takdimler hazırlarlar. Her şey daire veya kutu içinde daha güzel göründüğü için incir çekirdeğini doldurmayacak laf ve kavramlar kutular ve daireler içeren PowerPoint takdim slaytlarına doldurulur. Eli yüzü düzgün, iyi giyimli ‘uzmanlar’ bu işi en iyi kendilerinin yapacaklarına iş sahibini inandırmak için stratejiler geliştirirler. Bu takdim toplantılarına işi verme yetkisine sahip patron veya bir diğer yetkili genellikle ya geç katılır ya da hiç katılmaz. Eğer yetkili oradaysa toplantıya katılanlar ‘cin’ görünmek için sorular sorarlar. Takdimciler haşa “Vallahi bilmiyoruz” demezler. Onun yerine bin dereden su getirirler. Yapılacak iş bire bin katılarak anlatılır. Sonunda biri “Bu iş kaça mal olacak?” diye sorar. Genellikle cevap danışmanlık işinin ya büyümeyi durdurma ya da ölüm noktasıdır. Çoğunlukla fatura beklentinin çok üstünde çıkar bu da iş sahibinin canını sıkar. Bu durumda ya iş “Biz bir düşünelim” diyerek savsaklanır veya “Birkaç görüş daha alacağız. Teşekkür ederiz” denilerek müşteri kızıştırılır. Genellikle de danışmanlık işi ‘danışma’ yani ‘boş ver’ ile sonuçlanır.
Benim kişisel deneyimlerime göre bu iş böyle olmaz. Hizmet sektörlerinde hizmeti verecek olan hizmet isteyene “Neden bu hizmeti istiyorsunuz?” diye sormaz. Kebapçıya gittiğinizde çöp şiş isteyip de garson “Neden çöp şiş istiyorsunuz” diye sual ederse haklı olarak şaşar, ısrar ederse bozulursunuz. “Sana ne kardeşim. Seviyorum da ondan” diyesiniz gelir. Berber “Neden uzun favori istiyorsunuz?” diye sual etmez. Ha! Tavsiyede bulunabilirler. “Abi bugün tekir güzel. Sen levrek yerine tekir ye” derler ama “Neden levrek istiyorsun diye sormazlar.”
Hakeza danışmanlık şirketleri veya danışmanlar da “Bunu neden istiyorsunuz” diye sormazlar. Kimi böyle bir sorgulamanın müstakbel müşteriyi kıl edeceğinden korkar kimi, itiraf edelim ki çok da haksız sayılmazlar, böyle bir sorunun kendi işini müşterisine anlattırmaya çalıştığı kanısı uyandırmaktan korkar. En önemlisi böyle bir soru soran danışman adayının ‘doğru’ cevabı bildiği varsayılmalıdır ki bu da her zaman doğru değildir. Kendi deneyimlerimden bilirim. Birincisi, çoğu iş veren belli bir danışmanlık hizmetini neden istediğini işlemsel olarak tanımlayamaz (operational definition). İkincisi, birçok danışman da bu işlemsel tanımı müstakbel işverenden alabilmek için ya uğraşmaz ya da uğraşmayı işi alabilmek açısından riskli bulur.
Sizin anlayacağınız dostlar bu iş böyle olmaz. Nasıl olması gerektiğini bir sonraki yazımda anlatmaya çalışacağım. O zamana kadar
Sağlıcakla kalın.
______________________________________
1) Arapça inanmak, doyuma ermek, tatmin olmak anlamında bir kelime.
2) Mutluluk içinde bulunmak