Arap-İsrail yakınlaşmasının anlamı nedir, geçmişe bakınca ilişkilerin normalleşmesi sizce de mümkün mü? ABD mimarlığında yapılan Barış Anlaşması ne kadar sürer? Suudi Arabistan’ın bu anlaşmadaki rolü ne, Türkiye nerede, ne kaçıyor, kim yakalıyor?
Doğu Akdeniz’de oynanan bir oyun mu, yeterince zengin petrol olmadığı ifade edilen alandaki siyasi kapışmanın gerçek anlamı ne? Görünen oyuncular, bölgede oynanan oyunu anlamımıza yetiyor mu, arkada kimler var?
Kasım ayındaki ABD Başkanlık seçimi Türkiye’de ne yaratır? Trump faktörü dünyanın değişik coğrafyalarına nasıl okunuyor, Biden’ın gelmesi bir şeyi değiştirir mi? Trump ikinci döneme kalırsa ne olur?
Türkiye nereye koşuyor?
Alttan üstten, yandan çaprazdan her şekilde ayaktayız! Pandemi sıkıştırıyor, Akdeniz’de sular ısındıkça ısınıyor, on yıllardır beklenen barış anlaşmasına bir gün ansızın ulaşıldığı açıklanıyor, stratejik anlaşmalar değişiyor, yeni gruplaşmalar oluşuyor. Yıllarca Orta Doğu’nun her köşesinde haber kovalayan Dorsey, zeminin ayaklarımızın altından kaydığı dönemi COVID-19 Pandemisi nedeniyle dünyanın en güvenilir ve sağlıklı köşelerinden biri olduğunu ifade ettiği Singapur’dan yorumluyor. Resmi bütün görmek için daha sağlıklı bir yaklaşım olduğu söylenebilir.
Dr. James Dorsey Orta Doğu ve Kuzey Afrika uzmanı gazeteci ve akademisyen. Çalışmalarına Singapur’da Rajaratnam School of International Studies’de devam ediyor. Dorsey, aralarında Türkiye-İstanbul’un da bulunduğu pek çok önemli kentte uzun yıllar yerleşik gazetecilik yaptı. The Wall Street Journal, Financial Times, The New York Times gibi önde gelen küresel yayınlarda muhabir ve editörlük üstlendi. 1973’de Orta Doğu Savaşı, Lübnan iç savaşı, 1979’da Rusya’nın Afganistan’ı işgali ile başlayan ABD’nin Afganistan’a hakim olma mücadelesi, İran Irak savaşı, Saddam’ın devrilmesi, İsrail’le barış müzakereleri, Bosna, Kosova, Sırbistan’da kanlı olaylar yakın çevremizdeki ateşli bölgeler olarak, Latin Amerika ve dünyanın farklı bölgelerinde gazetecilik çalışmalarından kopararak tek tek sayabileceklerim. İki kez Pulitzer’e aday gösterildi, basın özgürlüğü üzerinden farklı uluslararası ödüller aldı. Orta Doğu’nun en çok takip edilen 10 bloğu arasında sayılan The Turbulent World of Middle East Soccer, aynı zamanda kitabının da ismi. Bölgede olup bitenlerden haberdar olmak isteyenler için önemli bir kaynak. Yalnızca klasik yorum şekliyle siyaset okuması yerine kültür spor üzerinden güncel olayları yorumlayan Dorsey, aynı zamanda Würzburg Üniversitesi’nde Fan Culture Enstitüsü eş yöneticisi.
Ufuk turu sohbeti yapmak için artık sıradan yöntem Zoom’u kullanmak çok kolay. Aradaki onca saat farkı bana mısın demiyor. Bu bile başlı başına bir yıkıcı unsur! Süreçten çıktığımızda ki, “çıkacak bir süreçten mi geçiyoruz?” sorusu daha anlamlı değil mi!... Hala direnenlerimizin de yakında “eski ben”le ilişkisi kalmayacak.
Ağırlıklı Ortadoğu coğrafyası ve Avrupa-ABD ekseninde geçen sohbetimizden fışkıran en önemli ve ilginç ayrıntı tabii ki, Çin. Pandemiden sonra karşımızda Doğu Akdeniz’de de çıkan ama nedense varlığı konuşulmayan Çin rüzgarının ayrıntılarını aşağıda ilgiyle okuyacağınızdan kuşkum yok.
İlginç olan diğer bir konu siyaset ya da ekonomi ne konuşursak konuşalım konunun hiç olmadığı kadar ve hiç olmadığı şekillerde bireye gelip dayanması! “Dalgalanma, İstikrarsızlık, Belirsizlik” sayfasında kalabilmenin tek çaresi yaştan bağımsız zihinsek esneklik, çeviklik! Konuların birbirinin içine bu kadar girmesi Uzak Doğu yapımı teknoloji destekli bir bilimkurgu içindeymişim hissi yaratıyor.
Buyrun her gün konuştuğumuz aynı konuları farklı birinden dinleyelim.
Arap-İsrail Aşkı
İlk sorum ABD mühendisliğinde gerçekleşen Arap İsrail barışıydı, birkaç açıdan bakmak gerektiğini ifade etti. Her şeyden önce Orta Doğu’da pek de yeni olmayan, “yeni gerçeklik” var. Bunu görmekte güçlük çekiyoruz. Bu gerçekliğin birkaç dinamiği söz konusu; birincisi Araplar, Arap milliyetçiliğinden uzaklaşıyor. Birimiz hepimiz için yaklaşımı külleniyor. 25-30 farklı Arap ülkesi her biri kendi çıkarlarını korumanın peşine düşüyor. Diğer dinamik ise Arap stratejisi çöktü. 2000’lerin başında kabul edilen Filistin İsrail şartlarından eser yok. Filistin şimdi Araplara “bizi aldattınız” derken aslında “Trump’ı oyununun dışında bıraktınız” demek istiyor. Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail’le normalleşmede resmi adım atmış olması, Trump girişiminin ne ifade ettiğinin ötesinde Arap dünyasındaki yeni gerçekliğin resmileşmesi anlamında önemli. Kimse ABD’nin bu oyunda ne kadar güvenilir bir müttefik olduğunu göremiyor. Kasım’daki Biden Trump yarışması belirleyici olacak. Arap devletleri şimdilik riskten korunma bahsi oynuyor.
Bu gelişmelerde dikkat çeken ülke BAE, Suudi Arabistan’la ilişkisi, Yemen’deki savaşta oynadığı rol, Libya’da rolü nedeniyle Washington’da imajı yıpranmıştı, bu hamleyle her kim Amerikan seçimlerinden çıkarsa çıksın kendisine bir yer edinmek üzere adım attı.
Suudi Arabistan gemiye biner mi?
İşte bu milyon dolarlık soru. Suudiler normalleşmeyle ilgili bir sorunlarının olmadığını çeşitli şekillerde ifade ederek durumu kontrol ediyorlar. Mekke ve Medine’nin kendi topraklarında olmasından dolayı kendilerini İslam dünyasının doğal lideri olarak konumlandırıyorlar. Suudiler bir adım attığında diğer ülkelerin attığı adımdan daha fazla ağırlık ve anlam taşıyacak kuşkusuz. Diğer yandan Suudi Arabistan her ne kadar otokrat bir ülke olsa da, sesine ve düşüncelerine dikkat etmek zorunda olduğu bir kamuoyu var. İsrail’e hava sahasını açması, ülkede eğitime verilen önem gibi araştırma sonuçlarının yayınlanıyor olması yorumlamaya çalıştığımız pozitif sinyaller. Suudi prensinin Beyaz Saray’da şimdilik bir koruyucusu var, seçimler her şeyi altüst edebilir.
Otokrasi ve kamuoyu
Körfez’de tüm ülkeler otokrasi. Bu orada güçlü ya da kayda değer kamuoyu olmadığı anlamı çıkarmamalı. Bahreyn İsrail’le normalleşme sürecinden sonra çeşitli gösterilere sahne oluyor, Bahreyn Barosu açıklamalar yayınladı… BAE’de herhangi bir gösteri mümkün değil. Suudi Arabistan’da da karşıt görüş ülke içinden çıkamaz. Bununla birlikte ilginçtir Mekke büyük cami imamının geçtiğimiz günlerde cemaate Peygamberin Yahudilerle nasıl iyi ilişkiler içinde olduğunu anlatan konuşmasından anlam çıkarmak gerekir. Bu arada ülkede din, yönetimin kuklası olmayı seçtiği için halk arasında güven kaybı yaşıyor. Suudi Arabistan’da ya da BAE’de medya yönetimin elinde olduğu için karşıt görüş sürgündeki muhaliflerden yükseliyor. Bununla birlikte bölgeyle ilgili araştırmalar yapmakta olan birkaç kuruluşun kamuoyu bulguları yakın zamana kadar bir numaraya konan Filistin meselesinin son zamanlarda İran endişesinin gerisinde kaldığını gösteriyor.
Bu gelişmelerde “yalnız” kalan Türkiye nerede?
Türkiye’yi, politika, stil ve bölgesel dinamikler üzerinden değerlendirmek gerekir. Politikasının temellerinde bir değişiklik olduğunu söyleyemem. Yunanistan, Akdeniz, Libya konuları AK Parti öncesi sorunlar… Recep Tayyip Erdoğan’ın ne yaptığı ya da değiştirdiği konusu stille alakalı. Erdoğan iddialı, agresif ve gerektiğinde askeri güç kullanma konusunda daha istekli. Üçüncü faktör bölgesel şartlar ki, yeni bir oyun var. Suriye’de Türkiye’nin bir kürt devletine izin vermeyeceği 1+1=2 kadar netti. Bölgede ayaklanmaları desteklerken yanlış seçimler yaptığı düşünülecek olsa bile, tarihin doğru tarafında yer aldığını kabul etmek gerekiyor.
“Meydan okuma ve talep” dönemi diye adlandırdığım bir tarih kuşağından geçiyoruz. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ve diğer cihatçılarla Siyasi İslam tarafını seçmiş olması konuyu karıştırıyor. Suudi Arabistan ve BAE bu yapılanmanın karşısında olmakla kalmıyor ikincisinin bu gruplara karşıtlığı takıntı düzeyinde. Karşımıza çıkan bölünme Suudi, BAE, İsrail diğer tarafta Türkiye, İran, Katar görünüyor. Dikkat çekmek isterim 2019 da Malezya’da düzenlenen İslam Konferansı Suudi Arabistan’a karşı bir gövde gösterisiydi. Bununla birlikte Pakistan’ın Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye kaydığı da dikkatlerden kaçmıyor. Türk dizilerinin Pakistan’daki gücü görülmeye değer. Resim çeşitleniyor.
Son olarak Türkiye’nin Batı’ya sırtını çevirdiğini ya da yüzünü Rusya’ya çevirdiğini düşünmüyorum. Türkiye büyük değişimlerin cereyan ettiği bir dönemde olduğunu görüyor, resmin içinde kendisine bölgesel güç olmak üzere yer açmaya çalışıyor. İfade ediş şekli ve gösterme şekli pek uygun değil. Ama retorikten kurtulursak tabanda gördüğümüz resim bu.
İlginç bir gruplaşma
Aralarında problemli olan İran. İlginç olan ise Katar. Bölgedeki en büyük Amerikan üssü Katar’da. İsrail’in başı ne zaman sıkışsa ki, yalnızca ekonomik anlamda değil siyasi olarak da Katar yardım edebilecek neredeyse tek ülke. Afgan barış müzakerelerinde Katar’ın yer aldığını gözden kaçırmayalım.
Bir ittifaktan söz etmiyoruz, her biri kendi çıkarlarına sahip çıkmaya çalışan ülkelerin birlikteliğinden söz ediyoruz.
Doğu Akdeniz, gerçek bir sorun mu?
Türkiye’nin ve diğer ülkelerin çok üzerinde bir sorundan söz ediyoruz. Bir paradigma değişimi. Pandemi ile Suudi-Rus enerji krizi öncesinde enerji piyasası ve enerji piyasasının geleceği çok daha farklı görünüyordu. Petrole talep de petrol fiyatları da düştü. Daha önemlisi eski seviyesine gelecek mi, hızla yukarı çıkması mümkün görünmüyor. Bir diğer önemli konu büyük yerleşik değişimler ortaya çıkıyor. Elektrikli araçlar bunlardan biri. Dünya üzerinde elektrikli araçların yüzde 50’sini Çin’in ürettiğini biliyoruz. Ulaştırma sektöründen petrolü çıkarttığınızı düşünün.
Akdeniz’de radardan kaçan büyük bir sorun var; Çin’in mevcudiyeti. Haritaya bakınca anlayacaksınız; Pire Limanı, Mısır’da 3 limanda, Lübnan ve Libya’da Çin ilgisi ya da doğrudan orada mevcudiyeti bulunuyor. Limanlar arasında demiryolu inşa etmeyi planlayan ve bunu yapabilecek tek ülke Çin. Özetle Doğu Akdeniz’de 10 tane büyük limanın 6’sı Çin kontrolünde. Bu, Avrupa Birliği için, Amerikan Donaması 6. Filo için sorun anlamına geliyor. Doğu Akdeniz’de bölgesel olduğu kadar küresel sorunlar var.
Çin’in Türkiye’ye büyük finansal desteğini gördük, aynı zamanda yatırım olarak da… Bu arada Türkiye’de giderek daha az telaffuz edilen Uygur Türkleri üslubu da dikkat çekiyor. Türkiye, Çin için Orta Doğu’da önemli bir güç. Çin’in Türkiye üzerinde derin ve karmaşık ilgisi bulunuyor.
Dünyanın neresi daha sıcak daha ilginç?
Ortadoğu kaynıyor, izlemek müthiş. Ama ABD de kaynıyor takip etmek müthiş! Gözden kaçan konu Meydan Okuma ve Talep Dönemi adeta tarihsel döngü. En son 1960’larda öğrenci hareketleriyle karşımıza çıkmıştı. Siyasete, liderlere güvensizlik hakimdi. 2016 Trump yükselişi de bir başkaldırıydı. Popülizmin yükselişi. Amerikan seçimleri dünya tarihi için çok önemli bir kilometre taşı olacak. Trump gibi liderlerin başa gelmesi ulus devletten uzaklaşması. Trump, Victor Urban, Viladimir Putin, Recep Tayyip Erdoğan, Narende Modi, Xi Jing Ping ortak özellikleri olan liderler. Demokrasiyi iten otokratlar.
Biden’ı seçilmesi bazı değerlerin değişmesi anlamına gelecek. Bu dünyanın her yanına sirayet eder mi belli olmaz. Biden da Çin’e karşı sert duracaktır ama ittifak peşinde olacağına da şüphe yok. Yeni Amerikan ittifaklarında Türkiye olacak mı? Türkiye’nin kendisine yanıtına bağlı. Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerin sorun olacağına şüphe yok. Ortak çıkarların olduğuna da şüphe yok.
Trump seçilirse, Türkiye…
Erdoğan’la Trump arasında uyumlu ve rahat bir ilişki olduğu söylenebilecek olsa da daha büyük meseleler var. Ben çok güvenmezdim, bekleyip göreceğiz. Trump seçilmesi halinde birinci Trump dönemiyle ikinci Trump dönemi arasında değişiklikler olabileceğini gözden kaçırmamak gerekir. Birinci Trump dönemi seçilirken verdiği sözleri tutmakla geçti. İkinci dönemde seçilebilmesi için sözlerini tuttu. Yasalarda olmayan 3’üncü bir dönemi düşünmüyorsa, ikinci Trump dönemi daha özgürlükçü olabilir. Bu resimde bilmediğimiz konu Trump arkasında nasıl bir miras bırakmak istiyor? Tabii bırakacağı miras pandemi olmasaydı çok daha farklı olurdu, şüphe yok…
Avrupa ve Merkelsiz Almanya ile Abe’siz Japonya
Trumplı ya da Trumpsız Avrupa’yı bekleyen sorunlar var. Macaristan ve Polonya, Avrupa’nın saygınlığını gölgeliyor. Avrupa Birliği Çindense, Rusya’ya yakınlaşmayı tercih edecektir. Rusya bir muhalifi zehirlemek için daha kötü bir zaman seçemezdi. Merkel geride insancıl politikalar ile küçülen bir sağ bırakıyor. Japonya’da Abe’den sonra büyük değişim olması beklenmiyor. Kabinesi Abe’nin kabinesi, politikaları benzer olacak. Japon askeri yapılanması bu politikalar içinde dikkat çekmeli.