Daha yüksek not için daha güçlü bir hikâye olmalı

Servet YILDIRIM Ekonominin Halleri

Türkiye en fazla doğrudan yabancı yatırımı BBB değil, BB notuna sahip olduğu 2006-2008 döneminde çekti. Çünkü güçlü hikâyesi vardı. Biz ödevimizi yapalım; hikâyemizi yaratalım da onlar not vermesin.

Bizim reyting hikayemiz 1992 yılında başlar. Uluslararası tahvil ihraçlarına hazırlanan Türkiye Demirel’in Başbakanlığı döneminde 1992 Mayıs’ında ilk defa S&P’den BBB notu aldı. Yatırım yapılabilir seviyedeki bir notla başlamak gurur vericiydi. Ancak iki yıl bile geçmeden 1994 başında Çiller’in Başbakanlığı döneminde BBB’yi kaybetti ve B’ye kadar indi. Tekrar BBB’yi alabilmesi için 2012 başına kadar beklemesi gerekti. Tam 18 yıl aradan sonra ilk BBB’yi Fitch’ten aldı. Fitch’i bir yıl sonra Moody’s izledi. Yükselen notların etkisiyle Türk menkul kıymetlerine yabancı ilgisinin arttığı bir dönem başladı. Hazine eurobond piyasalarında tarihinin en düşük maliyeti ile borçlandı. Yatırımcılar kendilerine yüzde 3.5’in altında getiri sağlayan dolar cinsi 10 yıllık Hazine kağıtlarını kapıştılar. Her şey çok güzeldi ancak 18 yılda geri aldığımız BBB’yi 4 yılda tekrar kaybettik. Moody’s 2016’da ve Fitch 2017’de Türkiye’yi tekrar spekülatif kategoriye çekti.

BBB notuna sahip olmak bir ülke için önemli bir kazanım ve ayrıcalıktır. Yatırım eşiğinin üzerindeki notlara sahip ülkelerin borçlanma piyasalarında hayatları kolaylaşır. Ancak düşük not her şeyin bittiği anlamına da gelmiyor. Türkiye tarihinde en fazla doğrudan yabancı yatırımı BBB değil, BB notuna sahip olduğu dönemlerde çekti. Doğrudan yabancı yatırımda zirveyi 2006-2008 yıllarında gördük. 2007 ‘deki 22 milyar dolar tarihimizde bir yılda gördüğümüz en yüksek rakamdır. Bu halk bir daha da öyle bir giriş göremedi. 2006’daki 20.6 milyar ve 2008’deki 19.8 milyarlık girişler de tarihi ortalamamızın çok üzerindeki hareketlerdi. Bu yılların tamamında Moody’s, S&P ve Fitch Türkiye’yi BB seviyesinde yani “spekülatif” not kategorisinde derecelendiriyordu. Fakat bizim güçlü bir hikâyemiz vardı.

O dönemdeki güçlü hikâye AB tam üyelik müzakereleri ve buna paralel ekonomi, hukuk, idare ve sosyal hayat ile ilgili alanlarda atılmaya başlanan adımlardı. Yani reform süreciydi. Bu süreçte ihracatımız neredeyse 2’ye katlandı. Yeni pazarlar yaratıldı, mevcut pazarlarla daha güçlü bağlar kuruldu. Komşularla ticari ilişkiler hızla gelişmeye başladı. O zamanlar aramız iyi olan Suriye ile ticaret hacmimiz bile ilk defa 1 milyar doları 2007’de aştı. Hikâye güçlüydü; güçlü olunca da yatırım seviyesindeki kredi notuna sahip olmasak bile daha fazla mal satıp, daha fazla yatırım çekebiliyorduk. Hatta BB notuna sahip olmamıza rağmen BBB olanlarla benzer koşul ve maliyetlerle bile borçlanabiliyorduk.

Not artışlarında değil ama düşüşlerde kararın siyasi olup olmadığını çok konuşuruz. Aklımızın bir tarafında bu tür not düşüşlerin arkasında başka bazı hesapların olabileceği hep vardır. Özellikle Moody’s ve S&P’nin değerlendirmelerinde etki altında kaldıkları eleştirisi sadece bizim değil diğer ülkelerin de öne sürdükleri bir iddiaydı. Geçen hafta aldığımız B1 notu yatırım eşiğinin altında olup yüksek riskli not grubundadır. Büyüyebilmek için dış finansmana bağımlı olan Türkiye’nin daha yüksek notlara ihtiyacı var. Yapılması gerekenler ise belli: Reytingciler not artışı için döviz kırılganlıklarının azalmasına, cari açığın yapısal olarak daralmasına, döviz rezervlerinin artmasına ve özel ve kamu kesimi dış borçlarının kontrol altında olmasına bakarlar. Geçmişte de ekonominin sorunlu olduğu dönemler olmuştu. Ancak ülkenin kamu borç yükü seviyesi, bankaların güçlü bilançoları, halkın düşük borçluluğu ile ekonomideki ve kurdaki esneklikler hava yastığı görevi görmüştü. Güçlü bir bankacılık sistemi vardı ve yüksek büyüme potansiyeli kredi görünümü güçlendiriyordu. Borç oranının düşüklüğünün yanı sıra vadenin uzaması ve döviz cinsi borçların toplam içindeki payının azalması Türkiye’nin notunu destekleyen olumlu gelişmelerdi. Özellikle kamu maliyesi tarafındaki durum önemli destekti. Ancak son dönemde notumuzu destekleyen bu alanlarda bozulma yaşadık.

Reytingcilerin değerlendirme mekanizması basittir. Dört alana bakarlar. İlk ülkenin ekonomik gücüdür. GSYH, kişi başına gelir gibi faktörlerin yanı sıra ekonominin büyüklüğü ve çeşitliliği ile uzun vadeli trendleri öngörmeye çalışırlar. “Ekonomik yapı ne kadar güçlü?” sorusunun cevabını ararlar. İkinci baktıkları alan ise kurumsal yapıdır. Ülkedeki kurumların ne kadar güçlü ve politikaların ne kadar öngörülebilir olduğunu görmeye çalışırlar. Burada hukuki yapı, yönetişim ve şeffaflık devreye girer. Üçüncü alan kamunun finasal güçlülüğüdür. Kamu maliyesi ve ödemeler dengesine bakarlar. Ülkenin borç yükü ile hükümetin kaynaklarını mobilize etme kapasitesini ölçmeye çalışırlar. Dördüncü olarak ise borç geri ödemesini etkileyebilecek ani tehditlerin gerçekleşme riskini ölçmeye çalışırlar. Ülkenin borç ödeme kapasitesini olumsuz etkileyebilecek finansal, ekonomik ve politik gelişmeleri tahmin etmeye çalışırlar. Siz bu kriterlere göre Türkiye’yi değerlendirseydiniz, notunuz ne olurdu?

Sözün özü: Biz ödevimizi yapalım; hikâyemizi yaratalım da onlar not vermesin. Bunu onlar için değil, çocuklarımız için yapıyoruz.

Tüm yazılarını göster