Acaba az gelişmiş olmak bir kader mi, yoksa tercih mi? Açıkçası uzun yıllardır bunun cevabı üzerine çalışıyorum. Çünkü meselenin ekonomik olduğuna inanmıyorum. Mesele çok daha derin bir yerde...
“Yaratıcı insan başarmak için motive olur, diğerini yenmek için değil” demiş Ayn RAND. Bu söz hem çok doğru hem de Türkiye'deki çarpıklığı açıklıyor.
İş Dünyasında, sporda ve sosyal hayatta rekabet “mükemmele yürüme arzusu” ile değil “diğerini oyun dışı bırakma” hevesi ile yapılıyor. Çarpıcı-sıradışı-marifetli işler yapmak yerine, taraflar olumsuzluk üretiyorlar.
Kanunu kullanarak vatandaşa ve rakiplerine karşı korunmak isteyen, bunu başaran bile var. Peki, neden böyle oluyor? İki sebepten:
Birincisi “her şey ve herkes benim olsun” hevesi. İkincisi ise “küçük düşünmek”. Zaten birinci düşüncenin sonucunda ikinci düşünce kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bir kere, herşeyin sahibi kimse olamaz. Ancak, ölene kadar bunu öğrenemeyen o kadar çok insan var. Bu insanlar “hayır” cevabından hiç hoşlanmazlar. Daha büyük kazanımlar için kendilerinin küçük hesaplarını reddedenlere öfke kusarlar. Hatta iş yaptırmazlar, gerekirse kendi yarattıklarını bile yok etmeye çalışırlar. Maalesef, eğitim yapımız ve toplumun davranışları bu insanlara, bu ortamlara müsaade ediyor.
"Köşeyi dönünce karşına çıkacak olanın garantisi yok..."
Bugün Türkiye'de sokakta 10 kişiye “sana şimdi 100 lira vermemi mi istersin, yoksa bir ay sonra 250 TL mi vereyim” şeklinde bir soru sorsanız büyük ihtimalle tamamına yakını birinci seçeneği tercih edecektir. İş dünyasında da durum böyledir. Ortaya bir proje koyup daha fazla katma değer yaratmak mümkünken, herkes "kısa günün karı ile" evine döner. Maalesef, bir proje üzerinde beraberce çalışıp, katma değeri paylaşacağımız bir değeri ortaya çıkarmakta zorlanıyoruz. Kâr paylaşımı üzerine kurulu modeller de bu sebeple çalışamaz. Çünkü hemen paramızı isteriz.
“İki damla aşım ağrısız başım” gibi çok yaratıcı olmayan, kendimizin ve başkasının yolunu tıkayan bir felsefeye sarılırız. Dolayısıyla, “yoktan var etme” işi bize göre değildir. Bunu düşünecek aklımız olmadığından değil. Maşallah herkeste kıyamet gibi akıl var. Sadece bunu başarmaya inancımız yok. Hep şüpheciyiz. Aceleciyiz. Küçük kazançlar için büyük kazanımları yok ediyoruz.
İşimiz gücümüz komşumuzla, arkadaşımızla hatta ailemizle yarışmak. Onları yenmek. Gücümüz yetmiyorsa onların kazanımlarını kötülemek. Bu sebeple bizden çok yaratıcı işler çıkmıyor. Çıkanı da yerle bir etmeye bayılıyoruz. Yurt Dışında böyle yaklaşımlar var mı diye aradım. Maalesef, ne kadar kalkınmamış ülke varsa oradaki davranışlar bu şekilde.
Peki, düzelecek mi bu halimiz? Bence düzelecek ancak bunun 50-60 yıl sürecek bir serüven olduğunu düşünüyorum. Kalkınmış ülkelerin tecrübelerini yaşamak zorundayız.