Cumhuriyetimizin 100. yılını geride bıraktığımız bu haftayı, umduğumuz coşkulu kutlamaları yaşayamadan geçiriyoruz. Oysaki Cumhuriyetimizin 100. yılı için ne büyük hedeflerimiz vardı! Türkiye’nin kalkınma sorunlarını aşmış ve küresel bir lider olmasını hedefliyorduk!
2000’li yılların ekonomi programının ana çerçevesini oluşturan “Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık (2000-2005) Kalkınma Planı’nda” hedefimizi şu şekilde koymuştuk: “Türkiye’nin gerekli yapısal dönüşümleri gerçekleştirmesi durumunda, 2001-2023 döneminde yıllık ortalama yüzde 7 dolayında büyüme hızı sağlaması ve büyümenin yaklaşık yüzde 30’unun toplam faktör verimliliğinden kaynaklanması, böylece kişi başına gelirin 2023 yılında Avrupa Birliği ülkeleri düzeyine yaklaşmasını beklenmektedir. Türkiye’nin, dönem sonunda dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmesi öngörülmektedir.”
Dünyadaki ilk 10 ekonomi arasına girmeyi 10. Kalkınma Planı ve 2023 Hedefleri ile bir kez daha hedeflemiştik. Hatta 2023 hedefleri altında çok daha iddialı alanlar vardı. On yıllarca öncesinde konulan hedeflerle bugünü karşılaştırdığımızda maalesef bu hedeflerden çok uzakta kaldığımı görüyoruz. “Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık (2000-2005) Kalkınma Planı” çerçevesinde gerçekleştirilen yapısal reformlar sayesinde 2002-06 döneminde hedeflenin de üzerinde büyümüşüz; ancak küresel finansal kriz sonrasında yapısal rehavet ile ekonomik büyüme oranımız büyük oranda düşmüş. 2001-22 döneminin tamamını %4,9 oranında büyüme ile tamamlamışız. Programda hedeflenen büyüme oranının 2 puan altıda kalmışız. Toplam faktör verimliliği ise yapılan çalışmalara göre 2010’lu yıllardan sonra ortalamada sıfırlanmış.
Biraz daha uzun vadeli bakacak olursak 1960’lı yıllardan bu yana gelişmiş ülkelerle arayı bir türlü kapatamamışız. 60 yıllık bir dönemde kişi başına geliri 1.400 dolar civarından 10.000 dolar düzeyine çıkarmışız; ancak zengin ülkelerle olan gelir makasını kapatamamışız. Kişi başına gelirimiz 2022 yılında 45 bin dolar civarında olan OECD ortalamasının dörtte birine denk düşüyor.
Gelir adaletinin en büyük belirleyicileri arasında yer alan enflasyonda ise karnemiz daha da kötü. Geçtiğimiz yıl %7 civarında olan OECD enflasyonuna (GSYH deflatörü) karşın bizdeki oran %96 idi. 60 yıllık ortalama enflasyon %30’un üzerinde.
İleriye dönük baktığımızda da küresel ve çağdaş kalkınma anlayışından uzaklaşarak milli (içe dönük) ve manevi (dini) değerlerin öne çıkartıldığı bir döneme girdiğimizi görüyorum.
Belki de tüm bu süreçlerden dolayıdır ki coşkuyla kutlamamız gereken bu günleri, oldukça sessiz ve sönük bir şekilde geçiriyoruz…