Bundan bir yıl önce, 23 Ocak 2020 tarihinde Çin, Wuhan kentinde karantina uygulamaları başlatma kararı aldı ve uluslararası kamuoyunun dikkatini küresel salgının gelecekteki olumsuz etkilerine çekti. COVID- 19’un tüm dünyayı etkisi altına alması ile Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde pandemi ilan edildi.
Salgının iklim değişikliği ile olan ilişkisine dair birçok görüş ortaya atılırken, 2020 yılı boyunca, küresel salgın ve iklim değişikliği nedeniyle yıl boyunca eşzamanlı krizler gerçekleşti. COVID-19, doğanın, insanların ve gezegenin birbiriyle iç içe olan ilişkisini gözler önüne serdi. Dolayısıyla, salgın ve iklim krizi ile mücadelenin birlikte ele alınması, halk sağlığını iyileştirmek, ekonomilerin sürdürülebilir olduğu bir gelecek yaratmak ve gezegenin kalan doğal kaynakları ile biyolojik çeşitliliğini daha etkin şekilde korumak adına fırsatlar sunuyor. Bu nedenle COVID-19 sürecinden alınması gereken birçok ders bulunuyor.
1- İklim ve sağlık ilişkisini ayırmayan “Tek Sağlık” yaklaşımı benimsenmeli
● BM Çevre Programı ve Uluslararası Hayvancılık Araştırma Enstitüsü’nün yayınladığı ortak rapor, iklim değişikliğinin, zoonotik hastalıklardaki artış eğiliminin itici güçleri arasında yer aldığını belirtiyor. Hayvansal proteine olan talebin artması, yoğun ve sürdürülebilir olmayan tarım politikaları, yaban hayatın sömürülmesindeki artış da diğer unsurlar arasında. COVID-19 salgını öncesinde, iklim değişikliği ve küresel sağlık politikaları, kamuoyu ve basın tarafından önemli ölçüde birbirinden ayrı konular olarak ele alınıyordu. Bilim camiasında bu ilişkiye dikkat çeken seslerin artmasıyla, entegre bir Tek Sağlık yaklaşımının benimsenmesi ve insan, hayvan ve çevre sağlığının arasındaki etkileşimlerin ele alınması talep ediliyor.
2- Yeşil kentsel altyapı yatırımları artmalı
● Kentlerimizi ve ulaşım sistemlerimizi yeniden gözden geçirerek; yaşama, çalışma ve seyahat etme şekillerimizi değiştirebiliriz. Dünyanın dört bir yanında, sürdürülebilir ulaşım modellerinin ön plana çıkması; yerel ve sürdürülebilir tedarik zincirlerinin desteklenmesi gibi konularda hızla artan iş birlikleri, hükümetlerin daha önce aşılmaz olduğu düşünülen engelleri aşabildiğini gösteriyor. Vatandaşların ekosistem sınırlarını gözeterek daha güvenli ve adil şekilde yaşaması için alınan önlemler her geçen gün artıyor. Önümüzdeki dönemde yeşil kentsel altyapı yatırımlarının artması, büyük ölçekli ekosistemin korunması ve restorasyonunun önem kazanması gerekiyor. Bu gelişmeler toplulukları daha yaşanabilir hale getirirken, ekonomik iyileşmenin sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde gerçekleşmesine destek oluyor.
3- Yenilenebilir enerji yatırımları hızlanarak devam etmeli
● Fosil yakıtlara dayalı enerji sistemlerini, temiz enerjiye dayalı hale getirebiliriz. Yenilenebilir enerji, COVID-19 salgınına rağmen çığır açıcı şekilde yükselmeye devam ediyor. 2020’nin ilk yarısında ilk kez Avrupa Birliği’ndeki elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payı yüzde 43’e ulaşarak, fosil yakıt kaynaklarından (yüzde 34) daha fazla oldu. Yatırımların temiz enerjiye yönlendirilmesi 2020 yılında ana akım haline geldi. Temiz enerji devleri NextEra, Enel, Iberdrola ve Orsted’in piyasa değeri, Exxon Mobil, Eni, Repsol ve BP gibi petrol şirketlerinin piyasa değerini geride bıraktı. Dünya genelinde kömürlü termik santrallerin payı ise 2020 yılında ilk kez azaldı. Petrole olan talebin ise en yüksek seviyesine ulaşıp artık düşüşe geçmiş olması mümkün görünüyor. Cameron Hepburn, Joseph Stigliz ve Lord Nicholas Stern’in Oxford Üniversitesi bünyesinde gerçekleştirdikleri araştırmaya göre, enerji verimliliğine, şarj istasyonlarına ve yenilenebilir enerji sektörüne yapılan her bir dolarlık yatırım, fosil yakıt sektörüne yapılan yatırımla kıyaslandığında iki kat daha fazla istihdam yaratıyor.
4- Adil ve eşitlikçi toplumlar inşa edilmeli
● Eşitsizlik, sosyal adaletsizlik, ırkçılık ve ırksal adaletsizlik gibi birçok sosyal sorun, salgın sırasında gözler önüne serildi. Birbiriyle derinden bağlı olan bu sorunların tamamı daha adil, hakkaniyetli ve eşitlikçi bir toplumun inşası ihtiyacının yanı sıra, doğanın ve doğal kaynakların sınırlarını göz önünde bulundurma ihtiyacının altını çiziyor. Son birkaç yılda BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları kapsamında küresel ölçekte ilerleme kaydedilse de, Bill ve Melinda Gates Vakfı tarafından her yıl yayınlanan Goalkeepers raporuna göre 2020’de bu eğilim tersine dönmüş durumda. Örneğin, People’s Vaccine Alliance’a göre, yaklaşık 70 adet yoksul ülkede acilen önlem alınmadığı durumda 2021 yılında her on kişiden yalnızca biri COVID-19'a karşı aşılanabilecek. Buna karşın, ABD, Kanada ve İngiltere gibi ülkeler ve AB, nüfuslarının tamamını birkaç kez aşılamaya yetecek kadar aşıyı sipariş etmiş durumda.
5- Teknoloji ile güçlendirilmiş 'kısa' tedarik zincirleri tasarlanmalı
● COVID-19 krizi sırasında tedarik zincirlerinde yaşanan kopmalar, gıda güvenliğini tehdit etti. Gıda güvenliğini tehdit ederek, insanları COVID-19’a karşı daha yüksek risk altına sokan bir diğer unsur da kuraklık oldu. Tedarik zincirlerinin kısaltılması ve sürdürülebilir hale getirilmesi ile tarım ve gıda zincirinin tüm aşamalarında birlikte hareket edilmesi yoluyla, küresel gıda sistemlerinin dayanıklılığının artırılmasının önemine dair kamuoyu genelinde kabul artıyor. Dünya Ekonomik Forumu da, tedarik zincirlerinin tüketicilere yakın yerlere çekilmesi ve operasyonların sürdürülebilirliği açısından yapay zeka, robotik ve 5G gibi gelişmiş teknolojilerden yararlanılması gerektiğine dikkat çekiyor.
6- “Sistem değişsin” talebi ciddiye alınmalı
● Toplumun tüm kesimlerinden bireyler ve liderler, COVID-19 krizi ve iklim krizinin şiddetini artırması sonucunda, mevcut sistemin değişmesi talebini dile getiriyor. Bu talep, tüm ülkelerin COVID-19 sonrası ekonomi politikalarını yeşil toparlanma üzerine inşa etmesini gerektiriyor. 2020 yılında 10,5 trilyon dolar değerindeki varlığı yöneten ve 163 ülkede yaklaşık 200 milyon kişiyi istihdam eden şirketlerden ve dünyanın en büyük yatırımcılarından oluşan bir grup, BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile uyumlu olmak amacıyla Papa’nın başlattığı “gerçek anlamıyla sistemin değişmesi” talebine katıldı. Geçtiğimiz yıl aynı zamanda finans sektörünün sistemsel değişimi için ihtiyaç duyulan işbirliği ve teknolojik yeniliklere alan yaratmak amacıyla açık kaynağa dayalı bir kurum olmayı hedefleyen “Dönüşüm Sermayesi Girişimi” başlatıldı.