Gerek iklim krizi ile mücadelede, gerekse COVID-19 salgının tüm dünyayı sarmasını engellemek adına tüm ülkeler geç kaldı. Bugün yapabileceğimiz tek şey, krizi yavaşlatma önlemlerini bir an önce hayata geçirmek… Yani, COVID-19 için hızla yükselen vaka eğrisini; iklim krizi için ise CO2 emisyonları eğrisini aşağı çekmek…
Ülkeler arası gelir dengesizlikleri, iklim krizi, dijital dönüşüm, savaşlar ve göç gibi çok paydaşlı belirsizlik çağı, COVID-19 krizi ile çok daha zor ve yarınını göremeyen bir sürece girdi. Yaşamakta olduğumuz salgına verilen yanıtlar, iklim krizine verilmesi gereken yanıtlar kadar aciliyet taşıyor ve küresel boyutta işbirliği gerektiriyor. Yarının bugünden çok daha farklı olacağı aşikar... COVID-19, sosyal ve ekonomik yaşamı tamamen farklı bir boyuta taşırken, sürdürülebilirlik yaklaşımlarını ve iklim krizi ile mücadeleyi de yakından etkiliyor.
Salgının Çin’de hızla yayılmakta olduğu günlerde “Greta’nın yapamadığını koronavirüs yaptı” başlıklı haberimizde, Carbon Brief tarafından gerçekleştirilen bir çalışmaya yer vermiştik. Bu çalışmaya göre COVID-19, Çin gibi dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisinde, karbon emisyonlarının yüzde 25 oranında azalmasına neden oldu. Bu durum bugün sadece Çin için değil. Tüm dünyada nefes aldığımız hava temizleniyor; çünkü uçaklar uçmuyor, fabrikalar, mağazalar, eğlence mekanları ardı ardına kapanıyor, insanlar evlerinden çıkmıyor, Olimpiyatlar dahil tüm etkinlikler iptal ediliyor… Dünya genelinde 2008- 2009 finansal krizinden bu yana ilk defa küresel emisyonlarda düşüşün yaşanabileceği ifade ediliyor.
Olumlu davranış değişiklikleri kalıcı olmalı
İçinde bulunduğumuz durumda, karbon emisyonlarındaki düşüşe sevinmek için çok erken; çünkü Global Carbon Project Başkanı Rob Jackson’ın da ifade ettiği gibi, karbon emisyonlarında önemli bir payı olan havayolu ve karayolu trafiğindeki düşüş, ancak kriz sonrasında uzun dönemli davranış değişikliklerine yol açarsa anlamlı olacak.
Örneğin, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası’nın bahar buluşmalarını Washington’da online olarak yapacak olmaları sadece bir kerelik acil durum önlemi olmaktan çıkıp, kalıcı bir uygulamaya dönüşürse, iklim adına önemli kazanımlar sağlamış olacağız. Yani bugün sorulması gereken en önemli soru şu: COVID-19’un mecburen hayatımıza getirdiği “olumlu” değişikliklerin kalıcı olup olamayacağı…
COVID-19 sonrasında çevreyi hiçe sayan büyüme modeli gelmemeli
2008-2009 krizi sonrası iklim adına yaşanan en önemli sorun, ülkelerin çevreyi ve geleceği hiçe sayan agresif bir büyüme sürecine girmeleri olmuştu. Bu tarihten sonra, Çin’in CO2 emisyonlarında inanılmaz bir artış yaşandı. COVID-19 sonrasında da aynı durum yaşanır ve Çin başta olmak üzere diğer ülkeler de, ekonomiyi iyileştirmek adına, çevre standartlarını hiçe sayan bir büyüme sürecine girerlerse, iklim krizinde zaten büyük zorluklarla sürdürdüğümüz mücadeleyi tamamen kaybedebiliriz.
New York Üniversitesi İklim Ekonomisti Gernot Wagner, Project Syndicate için kaleme aldığı makalede, "bileşik büyüme” den bahsediyor. Bileşik büyüme, yatırımların yıllık bazdaki büyüme hızını gösteren finansal bir gösterge. Yani; yıllar önce yaptığınız bir yatırımın o zamanki değerinden bugünkü değerine olan değişimini gösteriyor. Wagner’e göre, gerek COVID-19 salgınında, gerekse daha yavaş seyreden iklim krizinde, bu gösterge, süreci nasıl yönettiğimizi ortaya koyacak nitelikte.
Gerçek sorun rakamlar değil, artış hızı
Wagner şöyle diyor: “COVID-19’u iklim krizinin hızlandırılmış versiyonu olarak düşünebiliriz. İklim için 10 hatta 100 yıl, salgın hastalık için sadece günler veya haftalar anlamına gelebiliyor. Bu hız; bu derece bağlı ve bağımlı bir konuma geldiğimiz bir dünyada, yaşadığımız risklere yönelik alacağımız dersler açısından çok önemli.”
Wagner’e göre, hem iklim krizi hem de COVID-19 için gerçek sorun rakamlar değil. Yani, sorun karbon emisyonlarının ya da hasta vaka sayılarının ne boyuta ulaştığından çok; artış oranının ne kadar hızlı olduğu. “Küresel hava sıcaklıklarının, sanayi öncesi dönemlere kıyasla ortalama 1 derece artmış olması yeterince kötü bir durum; fakat 2 ya da 3 derece artması çok daha kötü sonuçlara neden olacak” diyen Wagner, “Salgında da, artış oranlarındaki hızlanmanın sonuçları çok daha kötü olacak. Avrupa ülkesinde COVID-19 vakalarında yüzde 33’lük bir artış var. Bu da bugün 10’larda olan vaka sayısının iki hafta içinde 500’e, bir sonraki 15 günde ise 20 binlere ulaşmasına neden olacak” yorumlarını yapıyor.
COVID-19 için “kırılma noktası” iklim krizi için “kritik nokta”
“Toplum sağlığı açısından COVID-19 için ‘kırılma noktası’ ne anlama geliyorsa, iklim krizi için de ‘kritik nokta’ o anlama geliyor” diyor Wagner ve şöyle devam ediyor: “Bu noktalara ne zaman ve nerede ulaşacağımız belirsiz; ama her ikisi de gerçek. Her iki nokta açısından da, tüm ülkeler ‘karantina’ uygulamakta geç kaldı. Şu anda yapabileceğimiz tek şey, yavaşlatma önlemlerini bir an önce harekete geçirmek; bunun ardından da içinde bulunduğumuz şartlara adapte olmak. Yani COVID-19 için hızla yükselen vaka eğrisini, iklim krizi için ise CO2 emisyonları eğrisini aşağı çekmek…”
Krizden fırsat çıkarmak gerekirse…
Geriye dönüp baktığımızda, belki de kendimize şunu sormalıyız; "karbon emisyonları ile mücadelede ya da salgının yayılma hızı eğrisini aşağı çekmek için gerekli önlemleri aldık mı"? Evet COVID-19, Çin’de ve birçok ülkede CO2 emisyonlarının azalmasına neden olmuş olabilir; ama CO2 emisyonlarının aşağı çekilmesinin tek yolu fabrikaların kapatılması mıydı?
Her iki krizle mücadelede de, hükümetlere, yerel yönetimlere büyük roller düştüğü gibi, birey olarak bizlere de çok önemli roller düşüyor. Hepimizin bildiği gibi Çince de “kriz” sözcüğü iki harften oluşuyor. Bunlardan birisi “tehlike”, diğeri “fırsat” anlamına geliyor. COVID-19 krizinden yaratacağımız fırsat çok net: Daha iyi bir dünya için davranışlarımızı değiştirmek. Dünyaya zarar vermekten, kaynakları sorumsuzca tüketmekten vazgeçmek. Teknolojik gelişmeleri insan sağlığı için kullanmak. Düşük karbon ekonomisine geçişi hızlandırmak.
Örneğin; yüzlerce kişinin bir toplantıya katılmak için kıtalar aşması yerine, online ortamlarda buluşmayı tercih etmek.. Ya da daha da basiti, ellerimizi iyice sabunlamak, ama bunu yaparken musluğu açık bırakmamak…
Ekonomik durgunluk, yeşil teknolojilerin gelişimini engeller
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından yapılan açıklamaya göre, COVID-19 salgını temiz enerji yatırımlarına darbe vurabilir. Bu nedenle IEA, hükümetlere çağrı yapıyor ve temiz enerji teknolojilerine yatırımlarını destekleyecek ekonomi paketleri hazırlamaları gerektiği yönünde uyarıyor. İklim aktivisti ve temiz enerji analisti Bill McKibben, virüsün enerji dönüşümünü yavaşlatacağını gündeme getiren önemli bir diğer isim. McKibben, dünya genelinde birçok solar panel üreticisinin projelerinin iptal olduğunu söylerken, salgının özellikle yeşil teknoloji üreticilerini olumsuz etkileyeceğini ifade ediyor. Bill McKibben, COVID-19 nedeniyle düşüşe geçen karbon emisyonlarının “sevinçle” karşılanmaması gerektiğini de söylüyor. McKibben, “Salgının neden olabileceği ekonomik durgunluk, uzun vadede küresel ısınmayla başa çıkmak için geçerli bir yol değil. Bu sadece inovasyon motorlarını durdurur ve yenilenebilir enerjilerin gelişimini destekleyen güneş panellerinin ucuzlamasını engeller” diye ekliyor.
Karbon emisyonlarının düşmesi için “Büyük Buhran” yaşanmasını istemiyoruz
Stanford Üniversitesi Profesörü ve Global Carbon Project Başkanı Rob Jackson, “Karbon emisyonlarının düşmesi için Büyük Buhran yaşanmasını istemiyoruz” diyor. Jackson’a göre; COVID-19 salgını sonrasında ekonomik toparlanmaya ihtiyaç duyacak olan ülkeler, iklim dostu politikalarından ödün verecek ve bu durum uzun vadede iklim değişikliği mücadelesi için ciddi bir tehdit oluşturacak.
Sağlık ve sosyal hizmetlerde işgücünün % 70’ini kadınlar oluşturuyor
UNFPA’nın yayınladığı “Toplumsal Cinsiyet Perspektifi neden COVID-19″ başlıklı bilgi notuna göre kadınlar, tüm dünyada, sağlık ve sosyal hizmet sektörlerindeki işgücünün yüzde 70’ini oluşturuyor. Bilgi notunda öne çıkan uyarılar ise şöyle:
- Salgın hastalıklar; kadınları ve erkekleri farklı şekillerde etkiliyor. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik mevcut eşitsizlikleri arttırmasının yanı sıra, engelliler ve aşırı yoksullar gibi dışlanmış gruplara karşı ayrımcılığı da pekiştiriyor. Kadınların ve erkeklerin teşhis ve tedavi hizmetlerine erişimini etkileyen çeşitli hususlar dikkate alınarak bunun göz önünde bulundurulması gerekiyor.
- Böyle dönemlerde toplumsal yapılar da dâhil olmak üzere, kadınları ve kız çocuklarını koruyan sistemler zayıflayabileceği veya bozulabileceği için, COVID-19’un risk dinamiklerini değiştirmesi nedeniyle, kadınları ve kız çocuklarını eş ve partner şiddeti riskinden korumaya yönelik özel önlemlerin alınması gerekiyor.
- Kadınların sahada topluluklarla doğrudan etkileşimde bulundukları ve bakımla ilgili faaliyetlerin önemli bir bölümünü üstlendikleri göz önünde bulundurulduğunda, kadınların hastalığa maruz kalma risklerinin daha yüksek olduğu açıkça görülüyor.