Aynı başlığı bundan tam bir yıl önce Dubai'deki COP28'in hemen ardından kullanmıştım. Aradan bir yıl geçti yine aynı noktadayız.
Bakü’deki COP29 İklim Zirvesi’nde sona yaklaşıldı. Ben zirvenin yapıldığı merkezde bu yazıyı yazdığım saat itibariyle, ana mesele olan iklim finansmanı konusunda çok fazla bir ilerleme sağlanmamıştı. Olduğu söylenen uzlaşma ise oldukça kırılgandı.
Bakü’de neler olduğuna dair en geniş bilgileri gazetemizin arka sayfasında Didem Eryar Ünlü’den düzenli olarak aldık. Didem, Bakü’den hem gözlemlerini hem de bilgilerini yaptığı röportajlarla donatarak aktardı. COP29’u yakından izleyen bir diğer gazeteci ise CNBC-e Londra Temsilcisi Berfu Güven’di. Berfu zirve başladığından bu yana her gün Londra'dan Bakü’ye canlı bağlanıp, COP’a katılan önemli isimlerle röportajlar yaptı.
Berfu’ya tüm bu temaslardan sonra genel izlenimini sordum. “En önemli konu NCGQ yani Yeni Kolektif Miktar Hedefi. Mevcut iklim finansmanının 10 katına çıkarılması isteniyor. Bu konuda müzakereler çok yavaş. Karbon Emisyon Borsası gibi konularda mutabakat sağlansa da İngiltere ve Çin gibi ülkelerin üst düzeyde temsil edilmemesi, Fransa ve Arjantin’in zirveden çekilmesi karar alma sürecini sekteye uğratıyor. Zirve sona erse de diplomatik müzakereler 1-2 gün daha devam edebilir” dedi.
“COP’tan ümit kesilmez”
Şu anda genel hava zirvenin sıkıntılı geçtiği yönünde olsa da Paris iklim Antlaşması’nın imzalanmasından hemen önceki sıkıntılı döneme benzetenler de var. Yani Trump gölgesine rağmen bir anda daha somut pozitif bir haber de gelebilir. TSKB Genel Müdür Yardımcısı Meral Murathan’ın Berfu’ya röportajda dediği gibi “COP’tan ümit kesilmez.”
Aslında ilk haftanın sonunda birçok kişi “Bakü bir hayal kırıklığı olacak” dedi. Bugüne kadar yapılan COP’lar arasında başarısız damgası yiyen 2009’daki Kopenhag COP15 ve 2019’daki Madrid COP25’ten bile daha kötü olduğu konuşuldu.
Gerçekten de ortada bir iş birliğinden çok Birleşmiş Milletler İklim Şefi Simon Stiell’in dediği gibi karşılıklı blöflerin yapıldığı, sınırların zorlandığı ve önceden planlanmış diplomasi oyunlarının oynandığı bir arbede vardı. Oysa iklim finansmanı için en az bir trilyon dolarlık bir kaynak bulunması gerekiyordu, ama kimse elini cebine atmıyordu. Simon Stiell ise konuya dikkat çekmek ve tarafları harekete geçirmek amacıyla her gün için kullanabileceği çarpıcı bir açıklama bulmaya çalışıyordu. Öte yandan Bakü’den binlerce kilometre uzakta Brezilya’da toplanan G20 liderleri de iklim finansmanının önemi üzerinde durdular ama orası işin vitriniydi. Arka plan yani mutfak olan Bakü’de süreç tıkanmıştı.
Konuşulan rakam yılda tam bir trilyon dolar olunca süreç haliyle tam bir koyun pazarlığına dönüşüyor. Gelişmekte olanlar sanayi devriminden bu yana atmosferi kirleterek iklim değişikliğine neden olan bugünün gelişmiş ekonomilerine faturayı gönderirken; gelişmiş ekonomiler ise Ortadoğulu petrol zenginleri ve Çin gibi durumu müsait olanların da elini taşın altına koymalarını istiyor. Hatta çözüm olarak yükümlülük değil de gönüllü katkı denilmesi gibi ifade bile bulmuşlar.
Tehdit büyük
Her ne kadar abartılı bulanlar olsa da hatta Trump gibi aldatmaca diyenler çıksa da tehdit büyük.
İklim değişikliği, sıcaklık artışları, deniz seviyelerinin yükselmesi, daha sık fırtına ve kuraklık gibi şiddetli hava olayları, biyoçeşitliliğin kaybı ve ekosistemlerin bozulması gibi birçok olumsuz etkiye yol açıyor. Gıda güvenliği, su kaynakları ve insan sağlığı üzerinde de ciddi etkiler yaratıyor. Antarktika’da buzullar eriyor. Dağlarda da artan sıcaklıklar nedeniyle kar ve buz miktarı daha önce tahmin edilenden de hızlı eriyor. Artan sıcaklıklar yangına elverişli koşullar yaratıyor. Toprağın nemini azaltıyor. Ormanlardaki organik maddelerin ve tüm bitki örtüsünün daha kuru ve yanmaya uygun hale gelmesini sağlıyor. Kuru ve ölü bitkiler ise yangını hızlandıracak malzemeyi sağlıyor. Gerisi bir kıvılcıma kalıyor.
Çare belli: sera gazlarını azaltmak. Bunun için de fosil yakıt kullanımının azaltılması, güneş, rüzgâr, hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş, enerji verimliliğinin artırılması, ormansızlaşmanın önlenmesi ve karbon tutma teknolojilerinin geliştirilmesi gerekiyor. Ayrıca, daha az et tüketimi ve sürdürülebilir ulaşım seçeneklerinin benimsenmesi de önemli adımlar arasında yer alıyor. Ama temel adım fosil yakıtların, yani petrol, gaz ve kömürün kullanımının azaltılarak sonlandırılması. Bunun için Dubai’de zayıf da olsa bir adım atılmıştı ama Bakü’de bir ilerleme şu ana kadar sağlanamadı.
Peki ya Türkiye?
Türkiye ise Bakü’de güçlü bir katılım sergilerken daha iş birliğine dönük ve yapıcı bir görüntü sergiledi. Berfu’nun dediği gibi “Türkiye Bakü’de 2053’e kadar net sıfır sloganıyla yeni iklim yol haritasını açıkladı, net bir kömür vurgusu olmamasına rağmen bu harita gerçekçi bulunmuş gözüküyor, Türkiye’nin zirvede fark yaratan ülkelerden biri olduğu konuşuluyor. Dünyada kartlar yeniden dağıtılırken ülkemiz bu süreci kaçırmamalı.”
Türkiye yeşil dönüşümde bir “hub” olur mu emin değilim ama bu hedefi korumak önemli. Türkiye’nin iklim krizi ile mücadelede kamu, özel sektör ve özellikle STK iş birliği ile kamuoyu oluşturup küresel gündemi izlemesi hayati önem taşıyor. Bu arada sürdürülen diplomatik çabalar sonuç verirse ve 2026 yılında yapılacak olan COP31 Türkiye'de gerçekleştirilse çok iyi olur. Böyle bir ev sahipliği konuyu daha da sahiplenmemize yol açar, bizi küresel iklim lider yapmasa da önemli bir savunucu haline getirir.