İhtiyaçlar; icatların anasıdır. Durduk yerde icat çıkarılmaz. Bizim kendimizi kötülemek için kullandığımız “icat çıkarma” sözünün esası da budur; “durduk yerde…” Durduk yer; işlerin yolunda gitmesidir, coğrafyanın cömertliğidir, başın belada olmama halidir.
Bizdeki reformların sosyal tarihine bakıyorum; hemen hepsi, başımızı belaya girdiğinde gerçekleşebilmiş. İşler yolunda giderken reform ihtiyacını hissetmiş olmamıza rağmen, harekete geçmek ancak “riskler gerçekleşince” yani krizlerde mümkün olabilmiş.
1994 krizinde kalite kavramını, 1998 krizinde küresel rekabeti, 2001 krizinde nakit akışının önemini kavrayabildik. Zira başımız belaya girmiş ve kötü alışkanlıklarımızı sürdürme imkânı ortadan kalkmıştı. Kazanmadan harcama, üretmeden tüketme, devlet malı deniz yemeyen domuz olma hallerini hep bu kriz havalarında terk etmişiz.
Allah sana cennet vatan sunmuş ve açlıktan ölemediğin coğrafya bahşetmiş ise, değerini bilmeyebiliyorsun. Ancak “sorunu kendi sorumluluk alanının dışına öteleme” imkânı ortadan kalktığında, icat çıkarmak zorunda kalıyor, halini güzelleştirmenin yollarını arıyorsun. Bugün jeopolitikten virüse, ekonomiden diplomasiye dek başımız belada. Sebebi; kuzeyde Rus ayısı, doğuda İran takozu, güneyde Irak-Suriye cehennemi olabilir. Fakat bize düşen ev ödevleri de var. Her sıkıntıyı milli dava haline getiriyoruz da çözüm için; “ver coşkuyu ver gazı” dışında adım atamıyoruz.
KÜLTÜR, STRATEJİNİZİ KAHVALTI NİYETİNE YER
İşler yolunda iken cömert coğrafyamızda şımarıklık yapma lüksümüz vardı. Ancak şimdi başımız dertte… Bir yandan çatışmalar diğer yandan mülteciler ve yetmezmiş gibi virüs belası, yeterince canlanamayan ekonomi… Ortalık, hiçbir yere götürmeyen sloganlar ve zekâdan yoksun stratejilerle dolu. Oysa kültür, stratejiyi kahvaltı niyetine yer. Söylemleri geride bırakıp EYLEM kültürünü yüceltmeye bakalım…