İbn Haldun “coğrafya kaderdir” demiş ama bu veciz söz ortalama bir Amerikalının ortalama bir Türk vatandaşından yaklaşık 8 kat, Meksikalıdan 7 kat, Peru vatandaşından 10 kat, Mali, Etiyopya ve Sierra Leone gibi çaresiz Afrika ülkelerinin ortalamasından 40 kat daha zengin olmasını açıklayamıyor. Bu çarpıcı farklılığın altında yatan temel neden kurumlar ve kurumsal yapıdır.
Girişteki bu paragrafı bundan 16 ay önce yazdığım köşe yazısından aldım. Yazı kalem alındığı 14 Mayıs 2023 günü seçmen cumhuriyet tarihimizin en kritik seçimlerinden birisi için sandığa gidiyorduk. Bu nedenle “Bu seçim Türkiye için milat olsun” başlığı taşıyordu ve bir temenni vardı. Diyordu ki; “Bu seçimde kim kazanırsa kazansın Türkiye’nin bundan sonraki yolu kişilere değil kapsayıcı kurumlara ve ilkelere dayalı bir yol olmalıdır; son yıllarda erozyona uğrayan kurumsal altyapı güçlendirilmelidir.”
Daron Acemoğlu’nun Nobel ödülünü aldığı açıklanınca bu yazıyı hatırladım.
Acemoğlu Nobel’i, bir ülkenin başarısının ya da başarısızlığının büyük ölçüde o ülkenin politik ve ekonomik kurumlarına bağlı olduğunu; kapsayıcı siyasi ve ekonomik kurumların refahı artırdığı, dışlayıcı kurumların ise duraklama ve eşitsizliğe yol açtığını savunan çalışmaları ile aldı. Daron Acemoğlu’nun Nobel ödülünü paylaştığı James A. Robinson ile 2012 yılında yayınladığı “Why Nations Fail” ya da Türkçe basımıyla “Ulusların Düşüşü” adlı kitap farklı coğrafyalardaki insanların refah düzeyleri arasındaki uçurumun kökenlerine bakıyordu; dünyada açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren 1,3 milyar insanın yoksulluğunun nedenlerini açıklamaya çalışıyordu.
Yaklaşık 550 sayfalık kitap bu dramatik farklılığın yanıtını coğrafyada değil kurumlarda ve kurumsal yapıda bulmuştu. Yani Daron Acemoğlu bir anlamda “Coğrafya kader değildir” dediği için Nobel ödülünü kazandı.
Onun çalışmaları gelişmiş ülkelerin “kapsayıcı ekonomik kurumlar” sayesinde zenginleştiğini gösteriyor. Bu ülkelerde devlet, özel mülkiyet haklarını garanti ederek ve sözleşme hukukunu uygulayarak insanları yatırım yapmaya ve yenilik yapmaya teşvik eder. Çağdaş eğitim ve gerekli altyapıyı sağlayarak yatırım ve büyümeyi mümkün kılar. Devlet, küçük bir elitin tekelinde olmak yerine, vatandaşları tarafından kontrol edilir. Çoğunluğa hizmet eden kurumları ve yasaları oluşturmak için siyasetteki insanların uymaları gereken demokratik ilkeleri vardır. Zenginlerin yararına çalışmak yerine insanlar için işleyen kurumlar ve yasalar oluşturulmuştur.
Acemoğlu’na göre Batı’nın büyüme stratejisi ve küreselleşme ile beraber diğer ülkelere aktarılan büyüme stili de artık sürdürülebilir değildi. Nitekim 20-30 yıl boyunca yaşadığımız krizler bu tesbitin doğruluğunu gösteriyor. Kapsayıcı olmayan, yani herkesi kucaklamayan büyüme nedeniyle ciddi bir eşitsizlik ve toplumun katmanları arasında uçurum oluştuğuna dikkat çekiyor. Bu durum ise kitleler arasında öfke yaratıyor.
Onaltı ay önceki yazıda Daron Acemoğlu’nun çalışmalarına atıfta bulunarak, benim seçimden beklentim “sandıktan çıkacak sonucun Türkiye’deki ekonomik ve siyasi hayatın sürmesinde kilit önem taşıyan kurumları ve kapsayıcı bir kurumsal yapıyı kuracak, geliştirecek ve güçlendirecek bir süreci başlatmasıdır. Çünkü sürdürülebilir refahın vazgeçilmez unsuru güçlü kurumlar ve kapsayıcı kurumsallıktır” demiştim. Hala da ısrarla aynı beklentiyi taşıyorum….