Geçtiğimiz hafta yaklaşık iki hafta süren Çin seyahatimde üç farklı şehri gezme fırsatı buldum. Bir önceki sene Çin ile ilgili gözlemlerimi “Çin’deki Dönüşüm’’ başlığı altında kaleme aldığım için tekrara düşmemek adına Çin’i konu alan bir yazı yazmak istemedim.
Ana konumuza girmeden önce gelin yine kısa da olsa Çin’e bakalım. Aslına bakarsanız Çin’de de işler istenildiği gibi gitmiyor. Bundan on yıl önce ekonomisinde çift haneli büyüme görürken bu yıl yüzde beş büyüme sağlanacak mı soru işareti. Bu nedenden dolayı ki art arda teşvik paketleri açıklayarak bir şekilde yüzde beşin üzerinde büyüme hedefini yakalamaya çalışıyor.
Üreticilerle konuştuğumuzda gerek içerde gerekse ihracat pazarlarında talebin arzulanan düzeyde olmadığını söylüyorlar. Bunu ihracat pazarlarımızda Çinli firmaların fiyatlarından da anlayabiliyoruz. Agresif, rekabetçi ve esnekler.
Çok abartılı yorumlardan uzak durmaya çalışsam da bazı gerçekleri sizinle paylaşmak isterim. En azından kendi küçük penceremden gördüğümü sandığım şeyleri. Son yıllarda birçok konuda kendilerini çok geliştirdiler. Mesela “Made in China’’ ülke markasını ürettikleri kaliteli ve teknolojik ürünlerle küresel çapta önemli bir yere taşıdılar. “Made in China’’ denildiğinde artık “kalitesi düşük ve ucuz ürünler’’ algısı kalmadı ki bu bana göre önemli bir başarı.
Fuarda iki Çinli firmanın yetkilisi, şirketlerinin yönetimlerinin aldığı kararla artık müşterilerine özel markalı ürün üretmeyeceklerini söylediler. Çok değil 10 yıl önce dünyanın fasoncusu olan Çin artık kendi markalarıyla küresel arenada söz sahibi olmayı hedefliyor.
Taizhou ve Ningbo şehirlerinde yaptığım fabrika ziyaretlerinde üretimde teknoloji ve dijitalleşme konularında önemli yol aldıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı şekilde ürün tasarımı ve kalitesi noktasında da kendilerini çok geliştirdiklerine bir kez daha şahit oldum.
Bana sorarsanız en önemli yapısal sorunlarından biri yaşlanan Çin nüfusu. 1.4 milyar nüfusa sahip Çin’de doğum oranları ve evlilik oranları düşük. Birkaç yıl önce ikinci çocuk sahibi olmanın yasak olduğu ülkede artık çocuk sahibi olmak teşvik ediliyor. Fabrika sahipleri çalışacak işçi bulamama sorunun yüksek olduğunu söylüyorlar.
Çin hakkında son yıllardaki ekonomik ve teknolojik gelişmelerle ilgili yorumları zaman zaman abartılı bulduğumu da söylemem gerekiyor. Evet; 19 yüzyıla Avrupa, 20 yüzyıla ABD ve gözüken o ki 21 yüzyıla da Asya-Pasifik küresel ekonomiye damgasını vuracak. Lakin Çin’in de yapısal sorunlarını görmemezlikten gelemeyiz. Çin köklü bir devlet geleneğine sahip ve diplomasiyi iyi bilen bir ülke. Büyümeye devam edebilir ama Çin ne kadar gelişir bu bir soru işareti. İmovasyon (imitation+inovation) yani olan bir teknolojiyi geliştirip, kaliteli ve rekabetçi şekilde pazara sunma konusunda oldukça başarılı lakin tam anlamıyla inovasyon konusunda ne kadar başarılı olacak bunu zaman gösterecek.
Burada Sosyolog Besim Dellaloğlu’na el yükseltmek isterim. Besim Hoca bir mülakatında ‘’ Her şeyi ekonomik büyümeye indirgemek ekonomik büyüme için bile yeterli bir strateji değildir. Sadece maddi altyapıya yatırım yaparak bir ülke kalkınamaz. Ekonomik kalkınma için bile öncelikle kaliteli bir yurttaş dolayısıyla kaliteli bir toplum üretmeyi becerebilmek gerekir. Yani kaliteli yurttaşlardan oluşan kaliteli toplumların daha zengin olmaları eşyanın tabiatına uygundur. Sanılanın aksine kalite zenginliğin bir türevi değildir, zenginlik kalitenin bir türevidir’’ diyor.
Çin ile ilgili yazılacak çok şey var lakin sayfamızda alan sınırlı. Bu nedenle Çin ile ilgili gözlemlerimi kısa kesip asıl konumuz olan Çin’in Orta Doğu’da artan hegemonyasına bakalım.
Orta Doğu bizim için gerek siyasi gerekse ticari açıdan önemi bir bölge. Malumunuz bir ülkenin ihracatı çevre ülkelerle başlar. Dünyada farklı bölgelerdeki ülkeleri incelediğimizde de bunu görürüz. Navlun süreleri, lojistik maliyetler, kültürel yakınlık, tarihsel süreçler gibi nedenler ülkelerin çevresindeki ülkelerle ticaretini etkileyen faktörlerdir.
Türkiye ihracatına baktığımızda da durum aynı diyebiliriz. Türkiye ihracatında ilk sırada Kıta Avrupası, akabinde Orta Doğu bölgesi ve Bağımsız Devletler Topluluğu geliyor.
Lakin son yıllarda küresel ticarette önemli değişimler yaşanıyor. ABD ve Çin arasında başlayan ticaret ve teknoloji savaşları sonrası başta ABD ve Batı ülkeleri Çin ürünlerine karşı tarife dışı engeller ve kısıtlamalar getirdi. ABD dış ticaretinde Near Shoring, Friend Shoring, re shoring, China+1 gibi yaklaşımları strateji edindi.
Bana sorarsanız reshoring hariç diğerlerinde de başarılı oldu. Near shoring kapsamında değerlendirebileceğimiz Meksika ile olan dış ticaretini tarihin en yüksek seviyelerine çıkardı. Friend shoring kapsamında Hindistan, Vietnam, Tayland, Endonezya gibi ülkelerle dış ticaretini önemli ölçüde artırdı.
Çin’in Batı pazarına olan güçlü ihracatını düşündüğümüzde bu durumun Çin ihracatı için bir tehdit sayılabilir. Tabi Çin de köklü bir devlet geleneğine sahip bir ülke. Bence diplomasi ve strateji konusunda çok başarılılar. Çin’in yaklaşık 50 senedir Afrika Kıtası’ndaki çalışmalarını ve 2000 yılından bu yana üç yılda bir düzenlediği Çin-Afrika İş birliği formlarıyla Afrika Kıtası’nın en büyük partneri olduğunu biliyoruz. Geçtiğimiz haftalarda bununla ilgili kapsamlı bir yazı kaleme almıştım.
Çin’de Batı’nın bu muhtemel hamlelerini görmüş olacak ki son yıllarda özellikle Orta Doğu ve Orta Asya’da hegemonyasını arttırdığını görüyoruz. Batı pazarında kaybettiği gücünü bu bölgelerle telafi etmeye çalışıyor.
Tabi ki Çin’in bu bölgelere olan ilgisini tek bir tikele bağlamak doğru olmaz. Her geçen gün büyüyen Çin’in enerji kaynaklarına ulaşabilmesi enerjide arz güvenliği açısından çok önemli. Çin’in bu bölgelere ilgisinin bir nedeni de bu tabi ki.
ABD, Çin tehdidine karşı odağını Avrasya’dan Asya-Pasifik’e çevirdiği dönemde Çin de bu bölgelerde hegemonyasını artırdı. Benim kendi penceremden gördüğüm bunu da çok başarılı bir şekilde yaptı. ABD’nin bölge ülkelerine her fırsatta gösterdiği insan hakları, hukuk, özgürlük gibi “sopaları’’ kullanmak yerine “bir birimizin iç işlerine karışmayalım, gelin ticaretimize bakalım’’ dedi. Bu ülkelerin duymak istediği de tam buydu.
Mesela Rusya’nın Ukrayna Savaşı ve Batı yaptırımları nedeniyle güç kaybettiği bir dönemde Çin, Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi. Çin lideri Orta Asya ülkeleri liderleriyle 18 Mayıs 2023 tarihinde Çin’de C+C5 zirvesinde bir araya geldi ve bu zirve sonunda Şian Deklarasyonu imzalandı.
Liderler, zirve sonunda Çin-Orta Asya Zirvesi'nin kalıcı bir iş birliğine dönüştürülmesini, Çin’de bir sekretaryanın kurulmasını ve iki yılda bir düzenli toplanılmasını kararlaştırdılar. Önümüzdeki haftalarda bu konuyu da ele alacağım.
Bunun yanında, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping Aralık 2022’de Riyad’da Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi ve Çin-Körfez İş birliği Örgütü Zirvesi'ne katıldı. Son olarak Mayıs 2024’te de Çin-Arap Ülkeleri İş birliği Forumu 10. Bakanlar Konferansı, Çin’in başkenti Pekin’de düzenlendi.
Bu hafta dikkatlerinizi çekmek istediğim konu da Çin’in çevre ülkelerimizde ve bölgemizde artan hegemonyası. Bu durum Türkiye ihracatı için bir tehdit mi gelin biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Çin’in bölgeye olan ihracatına baktığımızda yirmi yıllık süreçte ihracatını on kattan fazla arttırdığını görüyoruz. Yirmi yıl önce Orta Doğu ülkelerinin Çin’in ihracatından aldıkları pay yüzde 2,4 iken 2023 yılında bu oran %4,51’e çıkmış.
Çin’in Orta Doğu bölgesinden yaptığı ithalata baktığımızda da son yirmi yılda yaklaşık 13 kat artırdığını görüyoruz. Yirmi yıl evvel Orta Doğu ülkelerinin Çin’in ithalatından aldığı pay yüzde 2,92 iken 2023 yılında bu oran yüzde 8,21’e yükselmiş.
Aşağıdaki tablodan da göreceğiniz üzere son on ve yirmi senede Çin’in Orta Doğu bölgesindeki büyüme hızı pazara yakın olmamıza rağmen ülkemizin gerçekleştirdiği büyümeden daha fazla.
Bunun yanında, Çin 2005 yılından bugüne Arap ülkelerindeki yatırımlarıyla en büyük yabancı yatırımcı oldu. 12 Arap ülkesiyle kapsamlı Ticaret Ortaklığı anlaşması imzaladı. ABD’nin bölgedeki en önemli iki müttefiki olan Sudi Arabistan ve BAE gibi ülkelere savunma sanayisi ihracatı rekorları kırdı.
2016 yılından bu yana ülkemizin daimî gözlemci statüsünde olduğu Arap Birliği; Mısır, Irak, Ürdün, Sudi Arabistan ve Suriye tarafından 1945 yılında Kahire’de kurulmuş olan ve amacı kısaca Arap ülkeleri arasında ekonomik, kültürel ve siyasal ilişkileri geliştirmek olan bir örgüt.
Arap Birliği Mart 2021’de Arap Birliği Konseyi’nin Dışişleri Bakanları toplantısında Çin ile ilişkilerin geliştirilmesi kararını aldı. Çin-Arap Devletleri Zirvesi, ilk kez Arap Birliği’nin 21 ülkesinin devlet başkanları ve Çin Devlet Başkanı Şi Çimping’in katılımıyla 2022 yılında Sudi Arabistan’ın Riyad şehrinde düzenlendi.
Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Kuveyt, Umman ve Katar’dan oluşuyor. Bu konseyin amacını üye ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi olarak özetleyebiliriz.
Çin, KİK’in en büyük ticari ortağı ve petrokimya ürünlerinin en büyük ithalatçısı konumunda. Çin ile KİK arasında devam eden serbest ticaret anlaşması görüşmelerinin yüzde 90’ının tamamlandığı söyleniyor.
Çin, geçtiğimiz yıllarda S. Arabistan ve İran arasında arabulucu rolü oynamış ve yürüttüğü başarılı diplomasiyle iki ülke de karşılıklı olarak büyükelçilikler açmıştı. Bu sayede Çin Yemen’deki iç savaşın şiddetinin azalmasına katkıda bulundu. Hatta bir dönem İsrail ve Filistin arasında arabuluculuk rolünü bile üstlenmişti.
İsrail-Hamas Savaşı sonrasıysa 14 Filistinli grubu bir araya getirdi ve Pekin Diyaloğu sürecini başlattı. Pekin süreciyle birlikte de Geçici Ulusal Uzlaşı Hükümeti deklarasyonu imzalanmış oldu. Çin bu sefer yapılması zor olan bir şeyi başardı ve oyun kurucu olarak önemli bir refleks gösterdi. Diğer küresel güçlerin yapamayacağı şeyi Çin gerçekleştirdi.
Arap ülkeleri Çin’in bölgeye olan ilgisinden memnun… Hem ikili iş birlikleri gelişiyor hem de Batıyı bir şekilde dengeliyorlar. Lakin yıllar boyunca bölgede tek küresel aktör olan ABD, Çin ve bölge ülkelerinin ilişkilerinin gelişmesinden son derece rahatsız ve bunu bir tehdit olarak görüyor.
Genel olarak iki ülke arasında gelişen siyasi ilişkilerin ticarete ve gelişen ticari ilişkilerin de siyasete etkilerini görürüz. Bana sorarsanız Çin’in Orta Doğu bölgesindeki en önemli amacı ekonomik ilişikleri geliştirmek ve kendi enerji arz güvenliği için enerji kaynaklarına sürdürülebilir şekilde ulaşmak.
Çin on yıl içinde bölgeyle olan dış ticaretini 4 trilyon dolara çıkarmayı hedefliyor. Bölgedeki ana oyuncu ve en büyük ekonomisi olan S. Arabistan ile ilişkilerini geliştirmek istiyor. Geçen haftaki yazımda S. Arabistan’ın Vizyon 2030 projesinden ve mega projelerinden bahsetmiştim. Bir yandan buradaki fırsatları değerlendirmek isterken diğer taraftan da Suudi yatırımcıları ülkesine çekmek istiyor.
Diğer bir önemli iş birliği fırsatı da teknoloji alanında, Suudi Arabistan 2030 Vizyonu’nda bir diğer önemli başlık da teknoloji alanında gelişimin sağlanması. Çin, S. Arabistan ile teknoloji alanında da ilişkilerini geliştirmek niyetinde.
Çin’in Orta Doğu bölgesindeki hedeflerini şöyle sıralayabiliriz.
1- Bölge ülkeleriyle ticari ilişkilerini geliştirmek,
2- Enerji kaynaklarına ulaşmak,
3- Körfez fonlarını ülkesine çekmek
4- Bölgede bulunan nadir madenlere ulaşmak.
Uzmanlar Çin’in Filistin’e desteğinin iki nedeni olduğunu söylüyorlar. Bunlardan ilki İsrail’in Batı tarafından desteklenmesi. Diğeriyse Doğu Türkistan konusunda Müslümanlara şiddet uyguladığı iddia edilen Çin’in, başta Müslümanlar olmak üzere dünya kamuoyunda nezdinde imajını düzeltme çabası. Her ne olursa olsun Çin yine stratejik davranarak bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek istiyor.
Çin in bölgede ticari ve siyasi ilişkileri gelişse de askeri gücü yok. Çin’in bölgeye en yakın askeri birliği Cibuti. Bölgedeki diğer küresel güç olan ABD’nin ise bölgede güçlü bir askeri gücü var. Çin’in bölgede askeri konularda en yakın olduğu ülkeyse Arap ülkelerinin mesafeli olduğu İran. Çin, Rusya ve İran bölgede ortak tatbikatlar yapıyor.
Son yıllarda Çin ile Arap ülkeleri arasındaki ekonomik ve politik ilişkilerde önemli bir yol alındığını ve Çin ile Arap ülkelerinin dış politikada birçok konuda fikir birliği içinde olduklarını görüyoruz. Bunun yanında iki taraf da devletlerin iç işlerine karışmama konusunda hemfikir ve bu Arap ülkelerinde memnuniyet yaratıp Çin’e olan güveni artırıyor.
Uzmanlar gerek Çin’in gerekse Arap ülkelerinin BM’de reform yapılması görüşünde olduğunu söylüyorlar. İki taraf da tek kutuplu dünya formülünü reddediyor. Çin'in Filistin konusunda Arap devletlerini desteklemesi ve İsrail işgalinin sona erdirilmesi yönündeki beyanları da dış politikada fikir birliğinin göstergeleri.
Yine konunun uzmanları Çin’in bölgedeki en önemli eksikliğinin bölgede askeri gücünün olmaması olduğunu düşünüyor. Bu nedenle bölgesel konularda kapsamlı bir aktör olamıyor. Mesela Filistinli 14 grubu toplayıp bir anlaşma sağlıyor lakin Gazze’deki savaşın çözümünde ana oyuncu olamıyor.
Tabi bu durumun önümüzdeki dönemde değişme ihtimali var. Çin’in enerji bağımlılığı düşünüldüğünde bölgedeki deniz geçiş noktalarını güvence altına alma zorunluluğu Çin için kritik derece önemli. Bölgede bitmeyen gerilimler Çin aleyhine gelişirse, Çin bölgedeki askeri varlığını oluşturabilir.
Gelişen ticaret ilişkilerine baktığımızda; hali hazırda Çin ve Arap ülkeleri arasında ticaret, altyapı projeleri ve enerji alanlarında iş birlikleri yapılıyor. Çin Kuşak Yol Projesi kapsamında 21 Arap ülkesiyle iş birliği anlaşması imzaladı. Bunun yanında 17 Arap ülkesi Çin'in Küresel Kalkınma Girişimi'ni onayladı. Bu devletlerden 15'i Asya Altyapı Yatırım Bankası'nın üyesi ve 14'ü ise "Veri Güvenliği için Çin-Arap İşbirliği Girişimi’ne katılmış durumda.
Çin ile Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri arasındaki serbest ticaret müzakerelerinde yüzde 90 oranında anlaşma sağlandı. Gözüken o ki yakın zamanda Çin ile KİK arasında Serbest Ticaret anlaşması imzalanacak.
Aralık 2022’de düzenlenen Çin-Arap Ülkeleri Zirvesi'nin ikincisi 2026'da Çin'de düzenlenecek. Çin, Arap ve Körfez ülkelerinin en büyük ticari ortağı olmak ve konumunu güçlendirmek istiyor.
Küresel ticarette çevre ve dost ülkelerle ticaretin daha da yoğunlaşacağı bir dönemde küresel güçlerin çevre bölgemizde siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirme gayretlerini görüyoruz.
Biz de ülke olarak gerek son yıllarda “dost ve çevre ülkelerde pozitif gündem yaratmak’’ üzerine bir politika uyguluyoruz. BAE, S. Arabistan, Mısır gibi geçtiğimiz yıllarda sorun yaşadığımız ülkelerle düzelen ilişkilerimizi de bu bağlamda değerlendirebiliriz.
Gerilen siyasi ilişkilerle bu pazarlarda payımızı rakiplerimize kaptırdık. Bunu tekrar eski haline getirmek sanıldığı kadar kolay olmuyor lakin elimizde bu pazarları tekrar kazanabileceğimiz enstrümanlar da var.
Türkiye olarak bölgedeki birçok ülkeyle vize muafiyet anlaşmamız bulunuyor. Bölgedeki birçok ülkenin vatandaşları ülkemize vizesiz girebiliyor, Türk Hava Yolları’mız bölgenin her ülkesine direkt olarak uçabiliyor. Bunlar kuşkusuz önemli konular.
Bunun yanında KİK ile serbest ticaret anlaşmasının imzalanması önemli bir adım olabilir. Ticaret Bakanlığımızın uhdesinde bu sürecin devam ettiğin biliyoruz. Bu bölgeye süre ve ücret olarak lojistik performansımızı artırmak ihracatımız için önemli bir gelişme olabilir.
Perakende markalarımızın ve market zincirlerimizin bölgede büyümesini çeşitli enstrümanlarla teşvik etmek önemli. Bu bölgelerde Türkiye’ye olan ilgi ve sevgiyi göz önüne aldığımızda Türk markaların Türk ürünleriyle pazarda olmasının Türkiye ihracatına ve markasına önemli katkıları olabilir.
Bölgede başta Sudi Arabistan olmak üzere birçok ülkede online ticaret önemli bir pazar olmaya başladı. Türk online pazar yerlerinin bölge ülkelerinde desteklenmesi Türk ürünlerinin ihracatına ivme verebilir.
İşin konvansiyonel pazarlama ayağında muhakkak bir ekosistemle yaklaşmak önemli; fuar, heyet, alım heyeti, bireysel ziyaretler. Bölgeye düzenli olarak Türk ihraç ürünleri fuarları ya da sektörel fuarlar düzenleyebiliriz. Bununla birlikte ihracatçı birlikleri vasıtasıyla heyetler ve alım heyetleri organize edilebilir. Tabi bu noktada firmalarımızın da bireysel gayretlerini unutmamamız gerekiyor
Yirminci yüzyıl sözü olan “Orta Doğu’ya hâkim olan küreye hâkim olur’’ sözü 21 yüzyılda ne kadar geçerli olacak bilmiyorum. Lakin Orta Doğu ve Avrasya bölgesi küresel güçler için mücadele alanına dönüşüyor gibi. Çevre ülkelerdeki pazarlarımızı kaybetmememiz ihracatımız için çok önemli. Türkiye olarak bu bölgelere olan ihracatımızı artırabilecek potansiyelimiz var. Bize düşen şey siyaset, sivil toplum, akademi, iş dünyası olarak tüm kurumlarımızla çalışıp rasyonel politikalar oluşturabilmek olmalı.
Kaynak :
TİM
Trade Map