Çin’in büyümesi eksen değiştirirken (2)

Kurtuluş GEMİCİ

2000 yılı Çin geleneksel takvimine göre ejderha yılına denk geliyor. Çin kültüründe ejderha yılında doğmak az buz bir iş değil. Ejderha yılında doğan bebeklerin ki bu bebeklere ejder bebekler deniyor, ileride büyük başarıların altına imza atması bekleniyor. Ejder bebeklerin çoğunluğu 2022 yılı itibarı ile üniversiteden mezun olmak üzereler ve yavaş yavaş hayata atılmaya başlıyorlar. Herhalde bu beklentiden doğan bir güvenden olsa gerek, yakın geçmişte üniversiteden mezun olan veya yakın gelecekte mezun olacak gençler arasında yapılan bir ankette bu gençlerin mezuniyetten on yıl sonra senede 1 milyon renminbi (yaklaşık 150 bin ABD Doları) kazanmayı bekledikleri ortaya çıktı.

Bu rakam şaşkınlık verici çünkü 2020 yılı itibarı ile Çin’de kişi başına düşen gayrisafi millî hasıla yıllık 10 bin 550 ABD Doları. Pekin, Şangay ve Hangzhou gibi gelişmiş şehirler göz önüne alındığında gelirler tabii ki 10 bin ABD Doları’ndan birkaç kat yüksek. Fakat yine de ortalama gelir 150 bin doların çok uzağında kalıyor. Bunun yanında Çin’de yeni mezun gençlerin kalkınmanın belkemiği olan şehirlerde yaşam masrafları ile başa çıkmakta zorlandıkları da biliniyor.

Günün piyasa koşullarında gelirler açık ve seçik ortada iken gençlerin nasıl bu kadar iyimser beklentilere sahip olduklarını anlamak için Çin’in yakın tarihine bakmak lazım. Ejder bebeklerin ebeveynleri ağırlıklı olarak 1970 ve 1980 arasında bu dünyaya gelmiş bir kuşak. 1970 yılında Çin’in kişi başına düşen gayrisafi millî hasılası 120 dolar. 1980 yılında bu rakam 220, 1990’da 330, 2000’de 940 ve 2010’da 4 bin 340 dolara çıkıyor. Eğer yakın geleceğin yakın geçmiş gibi olacağı varsayılırsa ki insanlar doğal olarak bu varsayımda bulunurlar, on yıl içinde gelirlerin ikiye veya üçe katlanacağını düşünmek çok da gerçek dışı bir beklenti değil.

Bu iyimserlik Çin’i dünyanın pek çok yerinden ayıran bir özellik. Sayısız örnek vermek mümkün bu konuda. Mesela Hangzhou gibi rekabetin yüksek olduğu ve Çin’in elit girişimcilerini çeken bir şehirde genç girişimciler ile konuştuğunuzda ilk göze çarpan niteliklerden biri geleceğe ve kendi potansiyellerine olan güvenleri. Ancak belki de en ilginç örnek Çin’de izlenen ve okunan bilim kurgu eserleri. Dünyanın geri kalanında Kara Ayna (Black Mirror) gibi son yirmi yılın en ilginç bilim kurgu eserleri karanlık dünyalar betimlerken, Çin’de bilim kurgu eserlerindeki ağırlıklı tasavvur ütopik. Batı edebiyatı insana felakete mi sürükleniyoruz sorusunu sordururken Çin’in Han Song ve Liu Cixin gibi en popüler yazarları birçok açıdan ütopya sayılabilecek bir gelecek kurguluyorlar.

Bu ütopik geleceğin günümüzdeki geçmişi ise ekonomik kırılganlıklar içeriyor. Çin’de bu fay hatlarının başlangıç noktası yaklaşık olarak 15 sene öncesine, 2007 yılında ABD’de başlayan finansal krize gidiyor. ABD konut piyasasında ortaya çıkan finansal buhran Çin’in dış talebe dayalı büyüme modeline karşı büyük bir tehdit oluşturdu. Bu tehdidin niteliğini anlamak için Çin’in Dünya Ticaret Örgütü üyeliğine 2001 yılında kabulünün hemen ardından ihracatın gelişimine bakmak yeterli. 2001 yılında %20 olan ihracatın millî gelir içindeki yeri 2002’de %23’e, 2003’te %27’ye çıkıyor ve ABD emlak piyasalarında daralmanın başlangıcı olan 2006 yılında %36 ile zirveyi buluyor. 2008 yılında bu rakam %32’ye ve 2009 yılında da %25’e düşüyor. 2020 yılına geldiğimizde ise ihracatın millî gelire oranı %18 civarında. Net ihracat ise 2001 yılında millî gelirin %2’si kadar iken 2007 yılında yaklaşık %9 ile tavan yapıyor ve 2011’de %2,4’e kadar düşüyor. 2010’lar süresince net ihracat bu seviyelerde dolaşıyor.

Dış ticaret ve net ihracat bu kadar hızla gerilerken Çin ekonomisi nasıl son sürat büyümeye devam etti sorusunun cevabını bulmak için sabit sermaye yatırımlarına, özellikle de konut, işyeri ve altyapı yatırımlarına bakmak yeterli. 2007’de millî gelire oranı %40 civarında olan sabit sermaye yatırımları 2009’dan beri yaklaşık %47 ile %43 arasında seyretmekte. Bu rakam dünya ekonomileri arasındaki en yüksek sabit sermaye yatırım oranını oluşturuyor.

Bu tip bir büyümenin sonuçlarını özellikle Çin’in büyük şehirlerinde son 15 senede yaşanan dönüşümde görmek mümkün. Altyapı, konut ve işyerlerine olan yatırımlar bu şehirlerin çehresini tamamen değiştirmiş ve birçoğunu modern metropollere dönüştürmüş durumda.

Kısa bir zaman diliminde yaşanan bu şehirleşmenin ve modernleşmenin baş döndürücü bir tarafı olduğu ve geleceğe dair gayet iyimser beklentilere yol açtığı kuşkusuz. Ama riskli ve karanlık yönleri de var. 2011 ve 2020 yılları arasında Şangay’da ev fiyatları %86, Şenzen’de ise %126 artmış durumda. Arsa fiyatları konusundaki ender kapsamlı çalışmalardan biri 2004 ile 2017 arasında 35 büyük şehirde yaşanan fiyat artışını enflasyondan arındırılmamış olsa da %685 olarak belirledi. 2010’lu yıllarda sadece konut piyasasına olan yatırımlar ise senede 1 trilyon dolar gibi bir meblağ civarında gerçekleşti. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse ABD konut piyasası en civcivli olduğu 2000’lerin ortasında bile senelik en fazla 900 milyar dolarlık bir yatırım çekiyordu. Konut piyasasına senelerden beri süren bu müthiş yatırımın sonucu olarak 2020 yılının sonu itibarı ile Çin piyasasındaki konut stokunun değeri 52 trilyon dolar gibi muazzam bir miktar olarak tahmin ediliyor.

Geçtiğimiz on yıl içinde bu rakamlara bakıp Çin’in finansal piyasalarının yakın zamanda çökeceğini iddia eden birçok yazı ve kitap yazıldı. Bir panik havası taşıyan ve bazıları alenen sansasyonel bu analizlere rağmen Çin finansal piyasaları hâlâ ayakta ve Çin hızlı sayılabilecek bir şekilde büyümeye devam ediyor. Bunun nasıl mümkün olduğunu ve Çin’in neden büyümeye hızlı bir şekilde devam edebileceğini anlamak için Çin’in finansal piyasasına ve hane halkı tüketiminin ekonomideki yerine ayrıntılı bakmak gerekiyor. Bir sonraki yazımda bu konulara, özellikle de Çin’in son 15 yıldaki büyüme yapısının hem finansal kırılganlık hem de tüketim üzerinde ortaya çıkardığı sonuçlara eğileceğim.

Tüm yazılarını göster